Gültekin ÖZTÜRK: “GÂH ÇIKARIM GÖKYÜZÜNE…”

“GÂH ÇIKARIM GÖKYÜZÜNE…”

Gültekin ÖZTÜRK

Terörle, teröristle müzakere masasına oturup anlaştılar ve bu gizli anlaşmayı da “çözüm süreci-barış süreci” diye dayattılar.

Karşı çıkanları “Vatanın bütünlüğüne, milletin birliğine ve devletin varlığına kastediyorsunuz. İç ve dış politikada küresel güçlerin taşeronluğunu yapıyorsunuz. Yanlış yoldasınız, teröre teslim oluyorsunuz” diyenleri “barış düşmanı vampirler” diye ilan ettiler.

Bu yoldan vazgeçin, bu vatana ihanettir, yapmayın etmeyin demedik mi?

Evet, dedik ama cevap “durmak yok yola devam”

İnsanlarımızı yasa dışı yollardan dinlettiniz, yatak odalarını gözetlettiniz, elde ettiğiniz ses ve görüntü kayıtları ile meydanlarda kaset siyaseti yapıp bir korku imparatorluğu yarattınız.

Bu ahlaksızlıktır, adaletsizliktir, hukuksuzluktur. Yarattığınız bu canavar gün gelir sizi de parçalar gelin bu işlerden vazgeçin demedik mi?

Evet, dedik ama cevap “Beraber yürüdük biz bu yollarda

Dün eşek binemiyorlardı, bugün son model lüks arabalarla Cuma günleri camilerde gösteri yapıyorlar. Dün gecekonduda oturuyorlardı, bugün rezidanslarda, havuzlu villalarda keyif çatıyorlar.

Kara para aklama işlerine göz yummayın, terörle müzakere etmeyin, mezhepçilik yapmayın, Allah ile aldatmaktan vazgeçin ve milletimizi kutuplaştırarak bölmeyin. “Haramın binası, zinanın helali olmaz” bu değirmenin suyu nereden geliyor diye sormadık mı?

Evet, sorduk ama cevap “Beraber ıslandık yağan yağmurla”

İhalelere fesat karıştırılarak elde edilen haksız kazançlarla yeni Karunlar yarattılar. Müteahhitlerden toplanılan komisyonlarla iktidara kulu/köle havuz medyası kurdular. “Benim medyam, yazarım, akademisyenim, sermayem, valim, müdürüm” dedikleri ile siyaseti kirletip hayatımızı İhvan’a göre tanzim ettiler.

Nüfuz ticareti ile hırsızlığı, yolsuzluğu, hukuksuzluğu olağan hale getirip yandaşlarıyla güzel yurdumu kendilerine cennet, milletimize cehennem ettiler.

Ayakkabı kutularındaki milyon dolarlar, bakan kollarına takılan altın saatler, yatak odalarındaki kasalarda tutulan trilyonlar, istifa ettirilen bakanlar ve tutuklanan bakan çocukları ortada iken bütün arsızlıkları, yüzsüzlükleri, pişkinlikleriyle “Paraleller bize darbe yaptı, bunlar külliyen yalan” dediler ve evdeki paraları sıfırlatırken “Maun Suresi ihlaline” devam ettiler.

Beyefendiler her şeye rağmen “Din, iman, Allah, Peygamber, Kur’an, Hadis” diyerek yine meydan meydan dolaşıyor, Allah ile aldatma fiiline sıkılmadan devam edip kör, sağır hipnozlu cehalet korosunun alkışları eşliğinde kürsülerden esip gürlediler.

Biz bu rezaleti haftalardır pehlivan tefrikası gibi izliyoruz. Cemaat “al sana bomba” diyerek her gün yeni bir kayıt/belge yayınlıyor, iktidar anında mukabil bir kaydı piyasaya sürerek cevap veriyor. Cemaat, AKP’nin hırsızlarını ve hırsızlıklarının kaydını internete koyuyor, AKP anında “bunlar sahte, montaj, işte doğruları bunlar” diye yalanlayıp Hocanın ananaslı konuşmalarını yayınlıyor.

Başbakan/Bakanları, kendilerine destek bulmak için savcıların mahkeme kararı ile yaptırdıkları yasal dinlemeleri sanki yasadışıymış gibi gösterip “kriptolu telefonlarımızı da dinliyorlar” diyerek kendilerine destek yaratmaya çalışıyorlar.

Bakan “bu paralel yapı, binlerce kişiyi yasa dışı dinlemiş” diyerek gerçekte olmayan yedi bin telefon olduğunu söylüyor. Yandaş medya da anında bu telefonların son rakamları yerine “xx” yazıp üç bine yakın isim listesi yayınlıyorlar.

Başbakan kürsüden her şeyi yalanlıyor, komplo, tertip, ses kayıtlarım montaj diyor ve tribünler de bunu “Türkiye seninle gurur duyuyor” diyerek alkışlıyorlar.

“Evdekileri sıfır oğlum” sözleri için montajdır diyen Başbakan, yargıya gideceğine “Biz de onların yaptığı gibi montaj kasetler yapacağız. Birkaç gün içinde görürsünüz” diye tehdit ediyor.

Normal insan aklı bunu kabul edemez, algılayamaz ama oluyor, söylüyor  işte….

“Ses kaydı montaj ise bunu bir kriminal laboratuvarında yargı marifetiyle kanıtlamak mümkün. Neden bu yolla masumiyetinizi kanıtlayıp kendinizi ve ailenizi temize çıkmıyorsunuz da aylardır dedikodu ile uğraşıyorsunuz?” Diye kimse sormuyor, soramıyor.

Hadi vatandaş sormuyor/soramıyor, aydınlar, yazarlar, bürokratlar da sormuyor ya da soramıyor. Peki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti anayasasına göre bir hukuk devleti olduğuna göre ve ortada bu kadar yolsuzluk, hırsızlık iddiaları belgeleriyle dolaşıyorken savcılar, yargıçlar “bunlar doğru mu değil mi?” diye neden araştırmazsınız, niçin soruşturmazsınız?

Allah aşkına ortada dolaşan bu yolsuzluk, hırsızlık belgelerini doğrulatmak veya sahteliğini kanıtlamak bu kadar zor mu, bizim kriminal laboratuvarımız yok mu?

Zor olmalı, hatta imkânsız olmalı ki adam çıkıp meydanlarda “bunlar külliyen yalandır” diyerek açıkça “Biz gitmeyiz, gitmeyeceğiz…” diyebiliyor.

Bu beyefendi daha ne desin, nasıl söylesin ki… Arka arkaya çıkarttığı demokrasiyi çöpe atan yasalarla otokratik bir yönetim kurduğunu, sivil diktatörlüğünü inşa ettiğini anlamamız için daha ne yapmalı, ne söylemeli ve ne göstermeli bilemiyorum.

Bunlarla ilgili yazılmadık, söylenmedik, açıklanmadık ne kaldı veya yeni ne yazabilirim bilemiyorum. Bildiğim aynı şeyleri yazmaktan yorulduğumdur.

Ortada duran görüntülere, yasal dinleme ile elde edilmiş telefon görüşmelerine rağmen nasıl yorulmam, bıkmam, usanmam ki; “Oğlum, evdeki milyon dolarları/avroları sıfırla” diyor ve tribün “Türkiye seninle gurur duyuyor. Kıskananlar çatlasın” diye yırtınıyor.

Yapmayın, bu ülkeye yazıktır “bunlar yalan” deyip geçmeyin. Yalan ise kanıtlarıyla yargıya götürüp aklanın demedik mi?

Evet, hem de en az yüz kere dedik, bin kere sorduk ama cevap “Türkiye onunla gurur duyuyor, yedirmeyiz”

Bir topluluk bu kadar izansız olamaz/olmamalı lakin maalesef böyle olmuş işte….

2003’den beri “Hırsız, yolsuz, ahlaksız, din istismarcısı, yalancı, diktatör, bölücü, hain” demekten bıktım usandım.

Hırsızın alkışlandığı, hırsızlığın en yetkili makam tarafından meşru gösterildiği bir ortamda ben ne yazayım, kime yazayım bilemiyorum. Bugüne kadar yazdıklarımızı anlayan anladı. Anlamayanlara da anlayanlar anlatıyor zaten. Bunları evvela yüce Allah’ın adaletine, sonra da 30 Mart sandığında feraset sahibi vatan evlatlarına havale ediyorum.

31 Mart 2012 tarihine kadar artık kendi fikriyatıma dair düşüncelerimi yazacağım. Sonrasını ise sandıktan çıkacak sonuca bağladım.

Galiba bugün için en doğru duruş ve söylem Pir Sultan Abdal gibi “Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi, kâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni” demektir.

12 yıldır yüzlerce makale yazıp bu ülkedeki ihanetleri, yolsuzlukları, hırsızlıkları, adaletsizlikleri, günahları ve işlenen bütün suçları kanıtlarıyla ortaya koyduk.

Peki, sonuç ne? “Dik dur eğilme %50 seninle”.

Şaka değil 1 Nisan günü benim doğum günümdür. O gün; ya tepenin ardında da eşeğini bulamayan Nasrettin Hocanın feryadına benzer feveranımı duyarsınız  ya da mutlu bir garibin şen şakrak şarkılarını dinlersiniz.

Gültekin Öztürk/Tarihçi-Yazar