İSRA, MİRAC VE MİRAÇ KANDİLİ

İSRA, MİRAC VE MİRAÇ KANDİLİ
Halk arasında üç aylar olarak bilinen, Recep, Şaban ve Ramazan ayları, Rahman, Rahim ve keremi bol olan Rabbimizin biz Müslümanlara ikram ettiği pek bereketli ve feyizli bir zaman dilimidir. Bu aylardan Recep ayının 27.gecesi ise Miraç kandilidir.
İsra; gece yürüyüşü demektir. Mirac ise, yükselmek demektir. İnsanoğlu’nun yaşarken ulaştığı en yüce yükseliş ve en büyük derece Mirac’tır
Mirac’ın Mescid-i Aksa’ya kadar olan ve İsra denen bölümü Kur’an-ı kerim’de şöyle anlatılır:
“Sübhânellezî esrâ bi abdihî leylem minel mescidil harâmi ilel mescidil agsallezî bâreknâ havlehû li nüriyehû min âyetinâ. İnnehû hüvessemiul basîr.”(İsra/1)
“Kulu (Muhammadi) gecenin bir bölümünde – kendisine bir kısım ayetlerimizi (kudretimizi yansıtan belgelerimizi ) göstermek için – Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah (bütün noksanlıklardan) yücedir, münezzehtir. İşiten ve gören O’dur” (İsra /1).
İsra ve Mirac olayının ikinci merhalesi olan Miraç ise Sevgili Peygamberimizin Mescid-i Aksa’dan başlayarak semânın bütün tabakalarını geçerek ilâhi huzura kabul edilmesidir ki bu kısım Necm suresinde şöyle anlatılır:
“And olsun ki O’nu (Cebrail’i) bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâ’da gördü ki, onun yanında Me’vâ cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü” (Necm,53/11-18).
“İsra’nın ikinci safhası olan Mirac ve MiraC olayları, Buhari-Müslim hadislerinde “müttefekun aleyh olarak haber verilmektedir. (Buhari, Salat 1, Hacc 76, Enbiya 5, Tevhid, 37, Menakıb 24; Müslim, İman 259, 263; Ve diğer kaynaklar). Bazı âlimler, Buhari ve Müslim’in birlikte rivayet ettiği hadisten şüphe edenin imanından şüphe edilir” diyerek, müttefekun aleyh olan hadislerin imanca önemine işaret etmişlerdir. Mirâc hadisesi sadece müttefekun aleyh hadislerle de sınırlı değildir. Pek çok sünende, mucemde, musannefde ve 20’den fazla bu konuda yazılan müstakil eserde varit olan hadislerin mütevatir derecesinde olduğu ulemaca belirtilmiştir. Şenkîti de bunlardandır. İbn Teymiyye ve İbn Kayyım gibi münekkit ve münekked âlimler bile, miraç hadislerinin mütevatir derecesinde olduğunu belirtmişlerdir.” (Bkz.http://fatwa.islamweb.net/fatwa/index.php?page=showfatwa&Option=FatwaId&Id=95218; http://bayanelislam.net/Suspicion.aspx?id=03-02-0034&value=&type=).” (Dr. Ahmet Gelişken, Makalelerinden)
İsra ve Mirac hem kitap hem de sünnetle sabittir. Bunu tartışmak yersizdir. Necm suresi 12. Ayette de Hz. Peygamberin Miracta gördüklerinin tartışılmaması gerektiğine dikkat çekilerek şu uyarıda bulunulmuştur:
“Onun gördükleri üzerinde tartışıp mücadele mi ederler?” (Necm:12)
Miracı tartışmak ve inkâr etmek müşrikler tarafından bile doğruluğu ve güvenilirliği kabul edilmiş ve kendisine Muhammedül Emin adı verilmiş peygamberimize inanmamak, O’nu yalancı çıkarmak olur ki bu da insanı dinden çıkarır.
Yüce kitabımızın İsra suresi 1. Ayetinde bu yolculuğun sadece bir bölümü, Hz. Peygamberimizin Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya gidişi anlatılmaktadır. Burada anlatıldığı üzere bu yolculuğun gayesi Allah’ın kuluna bazı ayetlerini göstermek istemesidir.
Bir gece Cebrail (a.s), Hz. Peygamberi (s.) Burak adı verilen bir binit/taşıt üzerinde, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdü. Hz. Peygamber (s.) orada diğer peygamberlerle birlikte namaz kıldı. Daha sonra göğün çeşitli tabakalarına yükselen peygamberimiz orada bazı büyük peygamberlerle karşılaştı. En sonunda göğün en yüksek tabakasına ulaştı ve Allah’ın huzuruna çıktı. Başka önemli emirlerin yanı sıra Mü’minin miracı olarak kabul edilen beş vakit namaz da işte burada emredildi. Daha sonra Peygamber (s.) Mescid-i Haram’a geldi. Birçok hadise göre bu yolculuk sırasında ona (s.) cennet ve cehennem de gösterilmiştir. Güvenilir hadislerden öğrendiğimize göre Hz. Peygamber (s.) ertesi gün bu olayı anlattığında Mekkeli müşrikler onunla alay ettiler ve müminlerden bazıları da bunda şüpheye düştüler.
İsra ve Miraç olayı halk arasında yayılınca, Mekke’nin bazı ileri gelenleri soluğu Ebu Bekir’in (r.a.) yanında aldılar. Ve:
“Ya Eba Bekr! Arkadaşın Muhamed hakkında ne dersin? O bir gece içinde Beytü’l Makdise’ (Beytü’l Mukaddes)e gidip geldiğini iddia ediyormuş!” Ebu Bekir (R.A.) onlara:
“Bunu Hz.Muhammed mi ( A.S.) söyledi? “ diye sordu. Onlar da: “Evet, o dedi“ diye cevap verdiklerinde, Ebu Bekir (R.A.): “Eğer O söylemiş se, mutlaka doğrudur ve ben şahadet ederim” diyerek Peygamber’e olan inancının şüphe götürmez olduğunu ortaya koydu. “ Nasıl olur? “ diyerek şaşkınlık gösterenlere: “O, bundan fazlasını da söylese yine de O’nu gök haberlerinden dolayı tasdik ederdim! “ diye cevap verdi.( Lübabu’t- te’vil: 3 / 151 ) Ebu Bekir (R.A.)e “sıddık“ denmesi bu yüzdendir.
Bu yolculuk (Mi’rac) hakkında birçok farklı görüşler vardır. Bazıları bunun rüyada meydana geldiği görüşündedirler; Çoğunluk ise olay sırasında Hz. Peygamber’in (s.a) tamamen uyanık olduğu ve bedeni ile birlikte yolculuk ettiğini söylerler. Fakat bu ayetin başlangıç sözleri: “Kulunu… Götüren o (Allah) yücedir”, bunun Allah’ın sınırsız gücü ile meydana gelmiş olan doğa-üstü bir olay olduğunu göstermektedir. Eğer olay sadece bir rüyadan ibaret olsaydı ayet, bu olayı meydana getiren varlığın her tür zayıflık ve eksiklikten uzak olduğunu gösteren “subhane” ifadesi ile başlamazdı. Yine “Kulunu bir gece… Götüren” sözleri, bunun sadece bir görüntü veya rüya olmadığını, bilakis Allah’ın Peygamberi’ne (s.a) ayetlerini gösterdiği fiziksel ve bedensel bir yolculuk olduğunu göstermektedir. Ayrıca kul sadece ruhtan değil ruh ile bedenden oluşmuş bir varlıktır. Bu nedenle her Mü’min, İsra ve Miracın Allah’ın Peygamber’i (s.) için hazırladığı fiziksel bir yolculuk ve bir gözlem olduğunu kabul etmelidir.
Mirac Hem Bedensel Hemde Ruhsal Bir Yolculuktur
Bazı kimselerin bu olayı imkânsızmış gibi görmeleri çok gariptir. İnsanın sınırlı -hem de çok sınırlı- güçleri ile aya, yıldızlara ulaşmayı başardığı, binlerce kilometre uzaktaki sesi ve görüntüyü anında naklettiği, sesten daha hızlı araçlarla madde naklettiği bir zamanda, Allah’ın sonsuz ve sınırsız gücü ve kudreti ile Rasûlü’ne (s.) kısa bir zaman içinde bu yolculuğu yaptırabileceğini inkâr etmek çok saçmadır.
Her şeyin ötesinde, bir şeyin mümkün olup olmadığı konusundaki soru sadece sınırlı güçlere sahip olan insan hakkında geçerli olur. Fakat her şeye kadir olan Allah söz konusu olduğunda bu tür sorular sorulamaz. Sadece Allah’ın her şeye kadir olduğuna inanmayan bir kimse bu olaya itiraz edip inkâr edebilir.
Miracı inkâr etmek, müşrikler tarafından bile “Muhammedül Emin “ olarak bilinen Allah Rasûlune inanmamak, O’na yalancı demek olur ki bu da insanı dinden çıkarır.
Prof. Dr. Esad Coşan Efendi (Allah O’ndan razı olsun) yapmış olduğu bir sohbetinde İsra ve Miraç konusunda şöyle diyor:
Sonra İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri’nin çok güzel bir tefsiri var, Rûhül-Beyan isimli; keşke okuyabilse kardeşlerimiz. Çok büyük âlimlerimiz çok güzel eserler yazmışlar; ruhları şâd olsun, makamları a’lâ olsun… Kutbül-aktâb İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri diyor ki: “Ayet-i kerimede “kulunu götüren” diye buyruluyor. Kul ruh ve cesetten müteşekkildir. Ruh ve cesetle gittiğine bu kelimenin kullanılması dahi şahittir.” diyor. Daha başka şahitler de mevcut..
Evet, birisi İsrâ Sûresi’nin “Sübhànellezî esrâ” diye başlayan ayeti, kesin Mi’rac mucizesinin tasdikçisi… Bir de onyedinci cüzde Necm Sûresi var. Necm, yıldız demek Arapçada… Bu kelimeyle başladığı için Necm Sûresi adı verilmiş. Orda da buyruluyor ki:
(Ven-necmi izâ hevâ. Mâ dalle sàhibüküm vemâ gavâ. Vemâ yentıku anil-hevâ. İn hüve illâ vahyün yûhà. Allemehû şedîdül-kuvâ. Zû merretin festevâ. Ve hüve bil-üfükıl-a’lâ. Sümme denâ fetedellâ. Fekâne kàbe kavseyni ev ednâ. Feevhâ ilâ abdihî mâ evhâ.) [Battığı zaman yıldıza and olsun ki, arkadaşınız (Muhammed SAS) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o arzusuna göre de konuşmaz. O bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrâil AS) öğretti. Sonra o en yüksek ufukta iken asıl şekliyle doğruldu.
Sonra (Muhammed SAS’e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. İki yay arası kadar, hattâ daha da yakın oldu. Bunun üzerine Allah, kuluna vahyettiği neyse vahyetti.]
(Mâ kezebel-füâdü mâ raâ. Efetümârûnehû alâ mâ yerâ. Velekad raâhü nezleten uhrâ. İnde sidretül-müntehâ. İndehâ cennetül-me’vâ. İz yağşes-sidrete mâ yağşâ. Mâ zâğal-basaru vemâ tağà. Lekad raâhü min âyâti rabbihil-kübrâ.)
[Gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?
And olsun ki, onu diğer bir defa da Sidretül-Müntehâ’nın yanında gördü. Cennetül-Me’vâ’da onun yanındadır. O gördüğü zaman Sidre’yi bürümekte olan bürüyordu. Peygamberin gözü gördüğünden kaymadı ve sınırı aşmadı da… And olsun ki o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını görmüştür.]
Allah-u Teàlâ Hazretleri Peygamber Efendimiz’in Mi’racda karşılaştığı olayları ve olaylar karşısında o peygamberâne edebiyle, nasıl güzel bir anlayışla olayları idrak ettiğini, tefekkür ettiğini, müşahede ettiğini Necm Sûresi’nin bu ayet-i kerimeleriyle anlatıyor.
Tabii Mi’rac’da yedi kat semâyı geçti, peygamberlerle görüştü. Sonra Me’vâ Cenneti’nin yanındaki Sidretül-Müntehâ’ya kadar Cebrâil AS, Peygamber SAS’i getirdi. Oraya kadar beraber geldiler. İzahat verdi, işte şu şöyledir, bu böyledir diye bilgi veriyordu. Sidretül-Müntehâ’ya gelince durdu. Dedi:
“–Niye durdun?”
“–Eğer bir parmak daha ilerlersem yanarım. Sidretül-Müntehâ’dan ileriye gitmeğe benim tâkatim, tahammülüm müsâit değil yâ Rasûlallah!” dedi. Sidretül müntehâ “son noktada bulunan sidre” demektir. Terim olarak “İlâhi sınır, Hz. Muhammed’in Mirac gecesi yanında ilâhi sırlara mazhar olduğu ağaç ve ya makam” diye açıklanabilir.
O orda boynu bükük kaldı. Refref geldi Peygamber Efendimiz’in önüne, Refref’e bindi Peygamber Efendimiz, Refrefle mânevî seyahata, huzur-u izzete devam etti. Yetmiş bin nurdan, yetmiş bin zulmetten perdeleri geçti

Ref olup ol şaha yetmişbin hicâb,
Nûr-u tevhid açtı vechinden nikâb.

Yâni sanki böyle yüzü peçeli gibi, yetmiş bin perde kalkınca, Allah-u Teàlâ Hazretleri vechinden peçeyi açmış gibi cemâlini Habîb-i Edîbi’ne gösterdi.

Âşikâre gördü Rabbül-izzeti,
Âhirette öyle görür ümmeti. (Süleyman Çelebi)

Âşikâre gördü Peygamber SAS Rabbini… Ahirette de inşaallah biz Mü’minler Allah’ın lütfuyla, keremiyle, ayın on dördünü seyreder gibi öyle göreceğiz. Dileriz Allah-u Teàlâ Hazretleri nasib eylesin… Diliyoruz, istiyoruz, ısrarla, ağlayarak, gözyaşlarıyla, el açıp, “Aman yâ Rabbi!” diye diye istiyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri o devlete, o nimete, o izzete, o rif’ate bizleri de erdirsin.. (Esad Coşan Efendi’nin Sohbetinden, 27. 11. 1997 – Mekke (Akra) M.Esat COŞAN)