IRKÇILIK-TURANCILIK DÂVASINDA NEJDET SANÇAR’IN SAVUNMASI

IRKÇILIK-TURANCILIK DÂVASINDA
NEJDET SANÇAR’IN SAVUNMASI

Irkçılık – Turancılık Dâvasında

Nejdet Sançar’ın Savunması

(Savunmanın başlangıcı ile sonundan alınmıştır)

 

Tarihin, içyüzünü tam bir tarafsızlıkla tesbit edeceği bir dâvâya sokulmuş bir zanlı olarak bir müdafaa yapıyorum. Fakat bu müdafaa kendim için değildir. Ben. burada, kendimi bir hakikati müdafaa etmek mevki ve vazifesinde görüyor ve bu vazifenin Türk tarihine karşı ödenmesi gereken bir borç olduğuna inanmış bulunuyorum. Bunun içindir ki. aşağıki satırların, bir Türk oğlunun tarihi bir vazifeyi yerine getirmek istemesinden başka bir iddiası yoktur.
Bu divik, iddia edildiği gibi, yeni bir rejim ve nizam kurma dâvâsı değil: tamamen bir dâvâ yaratma dâvasıdır. Ve bu dâvâ yaratma dâvâsında diğer zanlılar gibi ben de gerek millete ve gerek mahkemeye:
«Anayasa’nın ana vasıflarına aykırı Turancılık ve ırkçılık fikirleri taşımak ve bunları yaymakla suçlu!» olarak ilân olunmuş bulunuyorum. Bu tamamen asılsız iddiayı ileri süren ve birkaç Türk milliyetçisini vatan haini olarak ilân etmek cesaretini gösteren adam, kendisini önce sorgu hâkimi olarak tanıdığım savcı Kâzım Alöç’tür. Kanunun henüz hiçbir ceza tayin etmediği birkaç zanlıya, e*it adaletin (!) hâkim bulunduğu hür vatandaşlar (!) ülkesinin yirmi üç çocuğuna duruşmalar sırasında kaatil, cani, vicdansız, küstah gibi hakaret kelimelerini fırlatmaktan çekinmeyecek kadar
kendinde cesaret bulan Kâzım Alöç…
Bu dâvâ yaratma dâvâsında koz olarak kullanılmak istenen Turancılık ve ırkçılık konusunu ele almadan önce, dâvâ karşısında savcının durumunu belirtmek zorundayım. Bu durumun belirtilmesi, birtakım hakikatların kendiliğinden izahı sonucunu verecektir.
Dâvâ karşısında Kâzım Alöç. maalesef, bu işin anlatılmasına çalışan bir kimse değil, âdetâ. önceden verilmiş bir kararı isbat etmek isteyen ve bunun için de her çareye başvurmaktan çekinmeyen bir adam rolündedir. Bu rol. tahkikat sırasında eziyet ve işkence ile başlamıştır. Anayasa’nın. işkence ve eziyeti yasak eden 71. maddesine rağmen; Gökyay’ın. Özbek’in. Tanyunun ve Türkkan’ın Emniyet’te. Tabutluk denen ve hakikaten ayağa kaldırılmış bir tabuttan farkı olmayan, yahutta. üzerinde yanan beşyüz mumluk ampullerle müthiş bir farkı olan (Hamza’nın içine güçlükle sığdığı) feci hücrede saatlarca, günlerce hapsedilişleri.

KMhtıogtu Mehmet’e dayak attırılmışı. Atsız’ın yer altında bir hücrede bir hafta bırakılmak suretiyle adetâ çürümeye mahkûm edilişi birer hakikattir.
Sorgudan önce yapılan bu işkence ve eziyetlerdeki maksadın, zanlılara, istenilen sözleri söyletmek olduğunu anlamak için büyük bir zekâya ihtiyaç yoktur.
Fakat. Türk Ceza Kanunu’nun 241. maddesinin, maznun bulunan kimselere, suçlarını söyletmek düşüncesiyle işkence eden hükümet memurlarının beş yıla kadar ağır hapse mahkûm olacağını yazmasına rağmen.
Kâzım’ın bu işkenceleri günlerce devam ettirmesindeki cesaretin kendisine nereden geldiğini düşünmek bir zarurettir. Bizi. Anayasaya aykırı hareket etmekle itham ettiği halde, bizzat. Anayasayı Çiğneyen bu adam (1). henüz kanuna göre lâyık olduğu cezayı görmüş değildir. Fakat o. işkencelere başladığı günden beri, ıztırap çektirdiği insanlardaki vicdan hapishanelerinin mahkûmudur.
Kâzım Alöç’ün rolünün ikinci faslı metinler üzerindedir. Onu karşımızda zabıtları ve yazılı delilleri bir silsile halinde tahrif etmek suretiyle rolünün ikinci kısmını mükemmel bir surette tamamlamak ister bir halde görüyoruz. Onun iddiaları gazetelerle millete ve hattâ dünyaya yayınlanırken, yapılan tahriflerle üzerimizde hasıl edilmeye çalışılan şüpheler, yüzlerimizde iftira utançlarının pembeliklerini hasıl etmişti. Şimdi sıra tahriflerin tesbitine gelince, yüz kızarmak işinin de artık bizde olmayacağı gayet tabiidir.
Bu tahrifler, bir bakıma pek maharetlidir. Çünkü kelime ilâveleri, değiştirmeler ve çıkarmalar suretiyle yapılan tahriflerle cümlelerin mânâları tamamen değiştirilmiştir. Fakat diğer taraftan da pek beceriksizcedir. Zira hepsi sönmeye mahkûm birer mum durumundadır. Mahkemece, dosyanın tetkikine irin verilmediği için, ancak duruşmalar sırasında tutabildiğim notlardan faydalanarak tesbit ettiğim bu zavallı tahriflerden işte bazıları:
Zeki Velidi Togan’ın bir mektubundaki: «Bozkurt’un bu nüshasında Atsız’ın aleyhinde kendinizi Atatürkçü göstererek bir yazı basılıyormuş diye duydum» tarzındaki cümle, bir “güya” eklemesiyle “güya Atatûrkçü” şekline sokulmuştur. (Son Tahkikat Kararı. ). Sf.). Atıcın bana yazdığı bir mektuptaki: «TMfittfc sakatında en iyi yvulsn yazıyorsun» cümlesinden
“Türkçülük” kelimesi çıkarılıp yerine “Turancılık” kelimesi konmuştur (Son Tahkikat Kararı. 9. Sf.). Her ne kadar bu iki kelime mânâca birbirlerinden pek ayn değilseler de, Turancılığı bir suç sayan savcı bu değişikliği yaparak, aklınca, Atsız’a ve bana bir suç yüklemiştir. Yine Atsız’ın bana yazdığı mektuplardan birindeki: »Türk illerinin dünkü, bugünkü sınırlarını gösteren haritaları broşürlere koyalım » şeklindeki cümleyi. «Türk illerinin yarınki sınırlarını gösterir haritaları…» tarzında düzeltmiştir (Son Tahkikat Karan. 9.Sf.). Aynı mektuptaki: «Çanroctftraaı broşürlerin bir kısmını da bedava veririz» cümlesini: -Gizli ve bedava broşürlerle iki yıldı muntazaman neşriyat yaparsak şeklinde tashih buyurması (!) ile (Son Tahkikat Kararı. 9. Sf.). insana, hayretinden küçük dilini yutturacak derecede yamandır. Orhan Şaik Gökyay’ın  Atsız’a yazdığı bir mektuptaki: «in yakın olaylar bile Türk’e Türkten başkasının dost olmadığını gösteriyor* cümlesini: *ln y*kı* hadiseler Türkiye’de Türkten gayrisinin dost olmadığını gösteriyor.» haline getirmesi (Son Tahkikat Karan. 17. Sf.). sadece mânâyı değil. Türkçeyi de katleden bir tahriftir. Atsız’ın. duruşmalardaki sorgusunda: “Ölmüş devlet tellerine hakaret suç değildir. Nerefclm Atatürk’ten yüz defa daha büyük olan Yavuz’a. Kanuni’ye matbuatta küfürler edildiği halde, bu. bir suç sayılmamıştır» diye söylediği ve zapta geçirilen »özlerini: «ölmüş bir reisicumhura karşı hakaretimi kanunlar suç saymaz* haline getirmesine (son tahkikat karan. 2.»f) söyleyecek söz bulmanın ise biraz güç olduğu muhakkaktır.
Bu tahriflerin sayısını daha çoğaltmak mümkündür. Fakat, tahkikat sırasında söylediğim ve: «Irkçılık ve Tünmedik HMandaki fikirlerimden talebelerime hiç bekletmedim» şeklinde tesbit edilen sözleri. Son Tahkikat Kararında, taifelerime anlattığım şeklinde (16. Sf.) Uin etmesi gibilerden olanları bir yana bırakarak, son bir tahrifini göstermekle bu bahsi kapayacağım Bu: duruşma sırasındaki »orgumda: aYedi yıllık öğretmenlik hayatımda. Müfredat Programı icabı olarak talebelerime ırkçılık ve Turancılıktan bahsettim» diye söylediğim ve zapta da bu tarzda geçen sözlerimi. İddianame’ye (20. Si): .müfredat programı icabı olarak» kısmını çıkarmak süretiyle: «Ben. öğretmenliğim olan yedi sene zarfında talebelerime ırkçılık ve Turancılıktan bahsettim» haline sokarak yaptığı tahriftir. Kâzım Alöç. bununla.: Sarhoş olduğunuz zaman namaz kılmayınız» buyruğunun yalnız “namaz kılmayınız” kısmıyla amel etmek isteyen meşhur fıkradaki bektaşi’ye taş çıkartmak mı istemiştir, bilemiyorum.
Bize mahkeme huzurunda, vatan hainleri (!) olduğumuz kin. kanunları hiçe sayarak her türlü işkenceyi mubah gördüğünü haykıran savcıya, şuracıkta öğretmek isterim ki. bir vatansever vatan haini olamaz. Koca bir kaleyi bir fişek atmadan koca bir kolordusuyla düşmana teslim eden bir Arnavut Tahsin Paşa vatan hainidir. Son Türklüğün idam fermanı olan Sevr’i imzalayan iğrenç ellerin sahipleri — ki biri Ermeni dönmesi. biri Arap, biri Arnavut’tur — vatan hainidir-ler. Milli dâvamıza alçakça ihanet eden bir Çerkes Ethem. Türklüğün bir parçasını koparmak isteyen bir Kürt Şeyh Said de vatan hainidirler. Fakat ırklarını vc yurtlarını delicesine seven Türkler. asla!
Eğer. bir tenezzül olmasaydı, bu iğrenç küfrü olduğu gibi iade ederdim. Fakat ne lüzumu var? Bir ummana çirkef atılabilir. Bir âbide en iğrenç şekilde kirletilebilir. Fakat umman yine umman. âbide yine âbidedir.
İddianamesinde, benim öğretmenlik sıfat ve selâhiyetimi kötü kullandığım şekilde birşeyler karalamış olmasına karşı şunu derim ki; bu. beşinci sınıf askeri adlî hâkim Kâzm Alöçu ilgilendirir bir mesele değildir. O. kendi işgal ettiği makamın sıfat ve selâhiyetlerini korusun, yeter. Benimki bana aittir. Aksi takdirde ben de iddianamesindeki yazı dilinden ve «itiraf» gibi kelimelerin kullanılış yerini bilmeyişinden dolayı, kendisini, lisenin dokuzuncu sınıfında bile edebiyat dersinden sınıfta bırakacağımı söyler, aynı mânâya geldiğini sanarak yanyana kullandığı donkışotluk ve şövalyelik kelimelerinin mânâsının ne olduğunu kendisine öğretmeye kalkar, şövalyeliğin yiğitlik ifade ettiğini söyledikten sonra, donkişotluğun mânâsını anlatmak için (Servantes’in yeldeğirmenlerine hücum eden kahramanını göstermek üzere) Ispanya’ya kadar gitmez. ona çok yakından, asıl Donkişot’tan çok daha gülünç donkişotları misal vererek bunu da öğretirdim.
Fakat bunlara lüzum görmüyorum.
Talebelerimi zehirlediğim sözü ise. en aşağı, boş bir lâftır. Benim, derslerimde kendimden verdiğimin neler olduğunu ancak bugün İstanbul’un ve Ankara’nın yüksek okullarında bulunan yüzlerce eski talebem bilir. Yoksa, kendisini bu dâvâya kadar tanımadığım İstanbul’da mukim Ktom Alöç değil! Vatan aşkıyla çarpan kalbler zehir akıtmazlar. Zehir; vatansızların, milliyetsizlerin vatanperverlere ve milliyetperverlere ve milliyetperverlere saldıranların, yani Savcının da çok iyi tanıdığı yılanların silâhıdır.
Beni «mütemerrid maznunl» diye rütbelerini irmesine gelince; söyleyeceğim şudur ki. eğer bu temerrüt asılsız bir dâvâda ısrarım şeklinde olsaydı, benim için bir utanç olurdu. Lâkin bütün varlığımla bağlandığım bir ülküde, büyük bir milli dâvâda. yani Türk milliyetçiliği dâvasında, sıkı önünde çarketmemek şeklinde tecelli edince bir şereftir. Ve Savcının bana bahsetmek Unlundan bulunduğu bu rütbe, herşeye rağmen. İni şerefi taşıdığımın hoş bir itirafıdır.
Ben. büyük Türk ordusunun yedek topçu subayı Ncidet Sançar. Türklüğün yarınki savaşında düşmanı yıkmak için kullanacağım Türk süngüleriyle, sokaklarda kaatıller gibi teşhir olunur, gidip gelirken. İmparatorluk çağındaki bir muhakemeyi hatırlıyordum.
Namık Kemal’in muhakemesini. Tarih anlatıyor ki koca Kemal’e ağır bir suç yükletilmek istenmiş ve o büyük vatan çocuğu da bir askeri mahkeme önüne çıkarılmıştı. Halbuki onun da bu toprakları ve bu ırkı sevmekten başka bir günahı yoktu. Mahkeme, herşeye rağmen Keman beraat ettirdi. Ve Kemal’e uydurma bir suç yüklemek isteyen iğrenç ruhlu insanlar. Süleyman a bile kalmayan bu dünya evindeki ihtirasların en âdisi olan mevki ihtirasının pençesine, tarihin, kirli alınlarına yapıştırdığı alçaklığı, bu cins insanların lâyık oldukları o tek rütbeyi, o müthiş damgayı tarih
boyunca taşımaya hak kazandılar. O mahkemenin başkanı olan Sufihi Paşa, bu adil ve kahraman hareketiyle. bugün, tarihin müstesna bir tahtında oturuyor. Halbuki. bir vehme kurban giderek, alnına, yüzyılların silemeyeceği bir lekeyi de yapıştırabilirdi.
Onun içindir ki: «Beni beraat ettirin!» demeyeceğim. Çünkü benim için suç olarak gösterilen şey de bu toprakları ve bu ırkı sevmekten başka birşey değildir. Yurdumu. ırkımı seviyorum. Onun içindir ki Türk ırkçısıyım. Bu sevginin mânâsını anlamayanlara sözüm yoktur. Eğer bu bir günahsa beni mahkûm ediniz. Bu mahkûmiyeti övünçle kabul ederim, şeref sayarım.
««Sizden adalet bekliyorum!» da demeyeceğim. Çünkü adalet, her mahkemenin tabii vazifesidir. Ve bunu istemeye lüzum yoktur. Çünkü, bir mahkeme Adilse, ondan adalet istemek mânâsız. âdil değilse o zaman büsbütün mânâsızdır.
lin büyük mahkeme olan tarihin huzuruna alnı açık çıkacak bir Türk olarak hiçbir endişem yoktur.
On ayı doldurmak üzere olan ve büyük bir kısmı tahta masalar üzerinde yatmakla geçen hürriyetsizliğimi, millet yolunda çekilmiş şerefli bir felâket olarak sayıyorum. Duvarları, ezilmiş hayvanların kan lekeleriyle rengini kaybetmiş -köpeklerin bile yatmayacağı- pis höcrelerde geçen haftalarım; içine bir ışık sızacak kadar bile küçük bir deliği olmayan, tavanı basık bir inde, hayır, bir in değil bir mezarda ışığa, güneşe ve hayata hasret çekerek geçirdiğim günlerim ve uykusuz feci gecelerim; yarın benim için acı. faka övünçlü hâtıralar olacaktır. Bunlardan yılmış değilim. Bilâkis bahtiyarım. Millet yolunda ıztırap çekmiş bir Türk çocuğu olarak bahtiyarım. Yuvamın dağıtılmış olmasına; eşimin bir Türk anası olmak şerefini kazanacağı günlerde çektiği dayanılması güç ıztıraplan ve akıttığı göz yaşlarını unutmamış olmama ve bugün hayat kavgasında minimini yavrusuyla tek başına kalmış olmasının ruhumda yarattığı isyanlara rağmen, bahtiyarım.
Türk’ü sevdim, seviyorum, seveceğim. Ama bunun sonunda ıztıraplar varmış, felâketler varmış, hattâ karşılaşılacak türlü kahbelikler doluymuş. Hepsi kabul.

Büyük Türk ırkı sağ olsun.
18 Şubat 1945

(1) “Adam” kelimesine duruşma hâkimi Cevdet Erkut itiraz edince Sançar “Savcı adam değil mi?” diye sormuş, hâkim sert sert bakmakla iktifa etmiştir.

YUNUS BUĞRA YILMAZ ARŞİVİNDEN
ÖTÜKEN
AYLIK TÜRKÇÜ DERGİ
KURULUŞ TARİHİ: OCAK 1964
DÖNEM:11
SAYI:5(125)
SAHİBİ : ATSIZ
SORUMLU MÜDÜR: ERDOĞAN SARUHANOĞLU
SAYMAN: İZZET YOLALAN
KAPAK: REFET KÖRÜKLÜ
TARİH: MAYIS 1974
YAYIN YERİ: İSTANBUL