İdris AYDIN: “IŞIĞIN GÖLGESİ” Üzerine…

“Işığın Gölgesi”

-Seksenler-

İdris AYDIN

 

“Işığın Gölgesi” -Seksenler- Mehmet Naci Bostancı  tarafından kaleme alınmış  bir roman olarak Türk Edebiyatının en iyi 12 Eylül romanlarından biridir. Ancak hak ettiği değeri bulamamış, adetâ bir kenarda unutulmuş önemli bir anlatı. Bugüne dek, bu roman üzerine yazılan bir değerlendirme yazısı okumadım. Bu da işin acıklı tarafı…

Kitabın ilk baskısı, yıllarca önce Ötüken’den yapılmıştı.Hasan (Tülkay) Ağabey, Işığın Gölgesi’ni mutlaka okumalısın demişti. Bu ikinci okuyuşum.

Elimdeki Granada yayınlarından çıkmış olan 2013 Ocak baskısı.

Mehmet Naci Bostancı, Dostoyevski’nin günümüze yansıyan izdüşümü. 12 Eylül’ün psikolojisi üzerine yazılmış, o dönemi masaya yatıran ilk psikolojik roman özelliği de taşıyor Işığın Gölgesi adlı eseri.

Işığın Gölgesi’nde sloganik yaklaşımlar yok. 12 Eylül romanlarında gördüğümüz ölümleri kutsama özellikle sol tandanslı romancılar arasında yaygın bir alışkanlığı Işığın Gölgesi’nde bulamazsınız. Bostancı romanda ideolojik bir katılığın perspektifinden bakmaz olaylara. İnsani bir duyarlılık ön plandadır. Sol romancıların kaleme aldığı romanlardaki ortak öge sadece sol’un işkencelere uğradığı argumanıdır. Hep sol’un aynasından bakılır dünyaya. Şiddeti kutsayan bir dil çıkar karşımıza. Devrimci romantizmden dem vurulur, yerli ve milli olana düşmanlık başat unsurdur. Sol tandanslı romancıların ideolojik sıradanlığına da Işığın Gölgesi’nde rastlayamazsınız.

Samimi içten bir dil. 12 Eylül’ ün karanlığına ışık tutan düzeyli bir roman Işığın Gölgesi. Roman Maviler, Kırmızılar, Sarılar etrafında gelişiyor. Yazar bu kavramlar üzerinden kuruyor romanı. Yazar Mavicidir. Mavicileri tanımlarken “Mavicilik, sadece bir türküydü, kırık, sessiz yürekten dökülen bir türkü. Doğruydu o türkünün içinde ben de vardım, ben de söyledim, ama bütün türkülerin büyüleyici olduğunu bilen bir yabancıydım” ifadelerini kullanır.

Yazar hayata ve dünyaya bakışını şu cümlelerle açıklar: “Tüm Maviciler gibi dürüstüm; fedakâr ve inançlıyım, bütün insanları kucaklamaya hazırım, hiçbir insani değere yabancı değilim. Çıkarları düşünmeyi ve hesabî davranmayı ayıp sayarım. Hiç kimsenin acı, yoksulluk çekmesini, hayatın kaba tahakkümüne boyun eğmesini, bu yüzden insanlığını yitirmesini istemem. İnsan insanın kulu olmamalı, başkalarının amaçlarının aracı kılınmamalı…”

Bostancı, “Mavi” ve “Kırmızı” diye bir ayrımın olduğunu ilk defa “ortaokul”da duyduğunu vurgular. Herkesin bir Ganj nehri ve nehirle karşılaşmasının bir hikayesi var. İşte Işığın Gölgesi bu hikâyeye göndermede bulunuyor. Bir döneme ilişkin anılar, duyarlılıklar, fikirler 22 yaşındaki bir gencin dünyasından resmediliyor. Romandaki kişiler gerçek hayattaki kişiler. Sarılar “devlet” aygıtı olarak konumlandırılıyor. Romanın önde gelen kahramanları Latif, Seçkin, Metin, Ata, Bilal ve Su. Ortak bir duyarlılığı paylaşan, bir idealin peşinden koşanların hikayesi Işığın Gölgesi. Bu hikâyede belki de kendinize ait bir şeyleri bulacaksınız. Yazarın kardeşini kaybedişi de gerçek. Buna rağmen intikam çığlıkları atmaz yazar. Yunusca bir bilgelikle bakar ölüme. Bunu da “ içimizde bir insana kurşun sıkan yok” tevekkülüyle anlatır. “Silahlar sussun, fikirler konuşsun”a atıfta bulunur yazar:

“Sarılar, Maviler ve Kırmızılar… sıradan insanlar.. Hiç kimse çılgınlığın dışında değildi. Ama bir yerde bitmeli diye düşünüyorum, bir sınır bir çizgi olmalı, bir hat çekebilmeliyiz bu uğursuz ayinle kendi aramıza. Oradaki ölüler, başka çılgınlıkların yaşanmasına mani olunursa eğer, ancak o zaman, büyük anlatıların anlamını yitirdiği farklı bir yerde, kardeşçe bir uykunun kucağında huzur bulacaklar. Mezarlardan yükselen öğreti, tarihin damarlarında dolaşan gerçekle bütünleşiyor ve “ zulmün, şiddetin, cinayetlerin dünyasından geçerek asla insani bir hayal kurulamayacağını” anlatıyor. Ben şimdi bu evde, karanlıklar içindeki sokağa bakarken, ölenler kadar öldürenlerin de kurbanlaştığı bu hüzünlü dünyada, herkes için, hatta kardeşimi vuranlar için de sonsuz bir merhametin ve kederin yüreğimde büyüdüğünü hissediyorum. Biliyorum ki aynı merhameti ve kederi paylaşan başkaları da var. Belki bir gün herkes ortak olur buna diyorum. “İnsani her şeyin insana yabancı olamayacağı” gerçeği ümidimi güçlendiriyor.”

Müthiş bir anlatım. Maalesef bunu sol cenahtaki romanlarda göremeyiz. Sol “emperyalizme karşı kurtuluş savaşı veren kahramanlar” diye simgeleştirilir. O döneme yönelik özeleştiride bulunulmaz. Ülkücüler “çete mensubu, bıyıkları aşağıya sarkan insanlar” olarak sunulur. Işığın Gölgesi, yoksul Anadolu çocuklarının metropollerdeki yalnızlıklarını da gözler önüne seriyor.

Işığın Gölgesi, İlhami Atmaca’nın şiirindeki baygın gülüşlerde unutulan “O Çocuklar“ın hayatlarından kesitleri koyuyor önümüze…

12 Eylül karanlığında kaybolan “O Çocuklar”, Işığın Gölgesi’nde bize el ediyorlar.

12 Eylül’e farklı bir pencereden bakmayı düşünenlere 255 sayfalık bu kitabı öneriyorum. 12 Eylül’ ün ‘ülkücü cenahı‘na dair, içeriden bir bakışla yazılan bu kitabı mutlaka okumalısınız.  İlgiyle elinizden bırakmadan, bitene kadar bir solukta okuyacağınıza inanıyorum.

Okuyalım. Okutalım.