Fazlı KÖKSAL: 12 Eylül Darbesi

12 Eylül Darbesi

Fazlı KÖKSAL

ABD’nin “Bizim Çocuklar” dediği Nato’cu Generalleri 12 Eylül 1980’de kardeş kavgasını önledikleri iddiasıyla bir darbe gerçekleştirdiler… Kendilerinin kışkırttığı, önlemedikleri yapay bir kardeş kavgasını önlediler güya… Ama ülkede öyle onulmaz yaralar açtılar ki… Ağababalarının isteği oldu, Türkiye gerçekten büyük darbe aldılar..

Ülkücüleri ve devrimcileri zindanlara attılar… Siyasi İslamcılara ve Kürtçülere yol verdiler…
Uçaklardan ayetli propaganda broşürleri atarak dini siyasete alet etmenin en çirkin örneklerini verdiler…
Bir neslin, bir kuşağın istikbalini çaldılar…
Ülkeye FETO belasını armağan ettiler, onları güçlendirdiler…
Güneydoğu’da halka baskı yaparak, Kürtçe müziği yasaklayarak, hatta dışkı yedirerek Kürtçü yapılanmaların gelişmesine müsait bir ortam yarattılar…
Hapishanelerde ülkücü ve devrimci mahkûmlara Alman SS’lerinin, İtalyan Kara Gömleklillerinin, Stalin KGB’sinin işkence yöntemlerini aratmayan insanlık dışı işkencelere imza attılar…
İşkencelere dayandırdıkları iddianamelerle onlarca genci darağaçlarına gönderdiler… Bazen yaş büyültüp astılar… Bazen bir soldan, bir sağdan diyerek astılar…
Atatürk’ü şekil ve heykelden ibaret algılayan, Atatürk düşüncelerinden uzak “yapay bir Atatürkçülüğü” güçlendirerek, Atatürk düşmanlığının oluşmasına müsait bir zemin yarattılar…
Haber saatlerinde kitapları suç aleti gibi takdim ettiler…
Tarihin en büyük kitap imhalarından birisi 12 Eylül sonrasında Türkiye’de yaşandı… Şahsen ben yüzün üzerinde kitabımı yaktım… İşin vahim tarafı, kitaplarını yakan insanların büyük bölümünde kitap fobisi başladı bir daha ellerine kitap almadılar…
Mevcut köklü siyasi partileri kapatarak insanımızı köksüz partilere mahkûm etmek suretiyle, halkı depolitize ettiler…
Özetle bugün karşı karşıya olduğumuz ne kadar sorun varsa müsebbibi 12 Eylül 1980 darbesidir.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin Türkiye için bilançosu ağırdı. O dönemde 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı. 18.525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti.
12 Eylül demek, karanlık demektir… Zulüm demektir… İşkence demektir…
12 Eylül İşkenceleri;
Babam ve Oğlum, Gülün Bittiği Yer, Eve Dönüş, Kafes ve Ankara Yazı/Veda Mektubu gibi filmlerde,
Kaan Arslanoğlu’nun Devrimciler, Adnan Şenel’in Elma ve Bıçak, Atilla Keskin’in Çiçekler Susunca, Mehmet Karanfil’in Gül Hüznü, Misli Baydoğan’ın Hatırla Beni romanlarında…
Anlatıldı…
Tabii 12 Eylül işkenceleri duygunun en rafine bir şekilde aktarıldığı şiire de konu olması kaçınılmazdı… 12 Eylül işkenceleri pek çok şiire de konu oldu…
Kardeşim Prof.Dr. Mehmet Fatih Köksal’ın 12 Eylül İşkencelerini konu alan “Adsiz Şiir”ini paylaşarak yazıma son vermek istiyorum;
ADSIZ ŞİİR
Bu şiirle ilgili bazı açıklamalar yapma zarureti vardır. Bu şiir, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında işkencecilerin elinden, sorgudan çıktıktan sonra (1983) henüz 22 yaşında iken yazdığım ilk şiirlerimdendir. Beni tecride alıp tecritten saldılar. Fazla kalmasam da yaşadıklarım yetti de arttı bile. Her mısraı bu hâlet-i ruhiye içinde okunmalıdır. Sözgelimi “şafakla birlikte açan, ‘sağol’ bereketinden sonra kokan, yediveren, dört mevsim açan “kan çiçeği” ; yattığımız beton döşeğimizden şafak vakti tekmeyle uyandırılarak kaldırılıp -eğer gece sabaha kadar ayakta kalmadıysak- daha sabah ezanı bile okunmadan hücrelerden koridora toplandıktan sonra gözlerimiz bağlı olduğu hâlde, asker gibi sıraya dizilişimiz, bazen saatleri bulan (topu topu sekiz-on kişinin) defalarca “sağdan say” ile sayımı, ere, onbaşıya, çavuşa, zaten göremediğimiz kim varsa gelen gidene onlarca kere “sağol” çekmekle başlayan ve suratlarımızda sık sık “kan çiçeği” açan (tokat ve yumruklarla) sıradan bir günümüzün hikâyesidir. Kendimizden geçişimizin, çarmıhlara gerilişimizin ifadesidir. Susması istenen bülbül bu mağdurların dilidir. “Yüreklerin meydanlarda ezdirilmemesi” isteği bizlere sorgu odalarında bu eziyetler reva görülürken Kenan Paşa(!)nın meydanlarda vatanseverlik nutukları atmasına bir göndermedir. Nihayet son bendde Kürşat ihtilâline ve Arif Nihat Asya’nın bir şiirine telmih vardır ve bu şiirin adı yoktur.
Lânet yağdırıyormuş kırkikindiler
Geceler can götürüyormuş, duydun mu?
Günler sayılmaz, aylar bilinmez burda
Gün gece, gündüz gece…
Neden füsünkârdır gözlerimiz
Pehlivanoğlu’nun şehadetince
Ne namaz, ne abdest
İki bin yıllık çarmıhtayız
Yalnız yüreğimiz serbest.
Dil kahpe, el kinci
Zihnimde saklıyorum güneşi ben
“Nazlı gelin” sen ağlama
Elimde hâlâ ilk günün sevinci…
Gülüyorum işte yeniden
Sus bülbülüm sus ki,
El bıkar, dil yorulur
Kurban olma şafağa
Çeneye de kilit vurulur.
Ellerin kınalı olmasın böyle gecelerde
Şafağa daha varsa,
Küçücük ellerini boynuna dolar
Ve siyim siyim ağlarsa yetimin
Sabır, sabır, sabır…
Yüreklerimizi ezdirme meydanlarda kadınım!
Diksin, gururlusun bilirim
Bugün de bekle
Belki öğle üzeri gelirim.
Hep seherle açılır burada kan çiçeği
“Sağol” bereketinden sonra kokar
Yediveren, dörtmevsim…
Sen yine dost bil çiçeklerin hepsini,
İyi sakla lâleli düşlerini,
Ben hepsini sevdim.
Olur da, güneş çıkmaz da zihnimizden
Uçmağa varırsak yavaş yavaş
“Otuz dokuz” de, son çiçeği de koy,
İyileri tek tek dolaş.
Fatihasız bırakma “mavzerli yiğid”i
Alkışlanmadı, onu övmezler…
Kırkların kabrine su dökme
Topyekün ateştirler
Onlar suyu sevmezler…
 Çiçek at kadınım!