Evliya Çelebi’nin Ayasofyası

 

Evliya Çelebi’nin

Ayasofyası

Ünlü Osmanlı gezgini Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin İstanbul’u anlattığı ilk cildinin Onbeşinci Bölümü’nde Ayasofyayı şöyle anlatır:

 

İstanbul şehri içinde olan selâtin camilerini bildirir

Birincisi, eski yapı, büyük bina, Hayy ve Kadir Allah’ın kul­larının mabedi,

Büyük Ayasofya Camii:
Geçmiş Yunan tarihçilerinden Yanevan Tarihi’ne göre ilk defa Hz. Süleyman dünyayı gezip dolaşarak em­rine râm olan sabâ rüzgârı Süleyman tahtını İstanbul zemininde Sarayburnu’nda karar edip orada bir mabedhane yaptı.

Daha sonra, Hz. Âdem’in yeryüzüne inişinden 5052 sene geçip Madyan oğlu Yanko’nun soyundan Vezendon adlı bir kral zuhur edip İstanbul’u yedinci keresinde onlar da imar etmiştir ki cihan süsü şanlı bir padişah olduğu yukarıda yedinci bölümde anlatılmıştır.

O Vezendon’un bir kız kardeşi Makedonya’nın Sofya şehrinden doğduğundan ismine Ay Sofya derlerdi. Babasının İstanbul Kale­si’nin dört tarafını yeniden yaptığım duyunca iki bin milyon hazine ile babası Vezendon’a gelip Hz. Süleyman’ın ibadethanesini geniş­letmeye başlayıp mal sarf ederken Hz. Hızır gelip, “Bu camiin bütün ihtiyaçlarının masraflarını benden alın ve bu biçimde bir cami yapın” diye Ayasofya’nın kuruluş temelini öğretti.

Öncelikle yeri derinleşinceye kadar kazıp tâ Ahırkapı bera­berliği olunca yeraltından sular belirdi. Tam bir ay bu temel içinde Nemrud ateşleri yakıp kurşun akıtarak sanki mavi kurşun denizi oldu. Bu kurşun denizi temelde yedi yıl durdu. Daha sonra Ağnados adlı bir hendese ilmi bilir ünlü bir mimar ortaya çıkıp Hz. Hızır te­meline vekilharç ve nâzır olup 40.000 işçi, 7.000 hamal ve 3.000 yapı ustası toplandı.

Ayasofya’nın kurşun temeli üzere 3.000 yüksek sütun üzere taklar ve toloz kubbeler inşa ettiler ki altı su sarnıcı olup depremden etkilenmeyip korunmalı olması düşüncesiyle ilk [34a] temelini bu şekilde tamamladılar.

Sarnıcını kırk çeşmenin suyuyla doldurdular. Sarnıcın bazı yerle­rini tamir için kayıklar peyda ettiler. Hâlâ anılan kayıklar durur ve Ayşe Sultan Sarayı’na, Haşan Paşazâdeler, Kudde Mehmed Kethüda, Arslanhane, Saray Meydanı, Enderun Cephanesi ve Soğuk-çeşmelere varınca anılan sarayların altı baştan başa boş olup tatlı su ile dopdoludur.

*

Ayasofya’nın tâ ortasında bir bakır kapaklı kuyu ağzı vardır. Ondan kovalar ile su çekip cemaat içerek susuzluğunu giderirler.

Daha sonra usta mühendis ve akıl ve anlayış sahibi mimar Ayasofya’nın dört tarafı duvarlarının yapımına başladılar ki bu binanın ölçü esaslarını seyreden hayran, yapılışını ve yüksekliğini gören şaşkın olur.

Bu Ayasofya’nın yüksek yapısının durumu böyle anlatılır ki yedi iklimde olan sütunsuz dağların değerli taşları gâh zemin arkasına yüklemek ve gâh cereskal ilmi ile çok ağır olanları iyi çalışma ve çok gayretle taşları zorla çekerek temelini yükseltip renkli mermer ve taş sütunlar ile tamamlandı. Yedi iklimden çeşit çeşit ibret verici bukalemun nakşı mavi mermerler gemilerle taşındı. Ferhad ustası taş yontucuların külünkleri aşındı. O kadar özen ve gayret gösterip camiin yarısını yedi yılda tamam ettiler. Taşların çoğu Belkıs tahtı olan Ayasluk şehrinden ve Edincik tahtından gelmiştir. Gönül alan ve renkli mermerler Karaman, Şam ve Kıbrıs adasından naklolunmuştur. Nice bin somaki, zenburî, zeytuni, ruhamî ve yerekânî parlak yüksek sütunlar Atina şehri yakınında Hz. Süleyman’ın yaptığı Temâşâlık adlı büyük yapılardan gelmiştir.

Çoğu ham gümüş gibi ham mermerler Marmara Adası’ndan gelmiştir. Nice yüz mimar ve mühendis tarz u tarhında ustalığa başlayıp her biri yüzlerce beğenilecek hünerler gösterip bahşiş alırlardı, ama bütün mimarlara önder Ağnados mimar idi. Nefis plan üzere inşa ederdi. Tâ ki bu büyük bina kisra kemeri gibi dört kemer ayakları yerine dek tamam olup bir gecede mimarbaşı olan Ağnados kayboldu. Hz. Hızır da görünmedi. Meğer Ağnados mimar kıyafet değiştirip Kızılelma diyarına varıp orada da Rim Papa’nın izniyle başka bir kiliseye başlayıp onu da yarısına dek yedi yılda tamam edip bir gece ondan da kaçıp yine İstanbul’daki Vezendon Kralına gelip onun kızı Ayasofya yapıcısı Ay Sofya kıza gelip konu­şunca, “Niçin benim kilisemi eksik bırakıp beni diğer krallar arasında kötü isimli ettin” diye Ağnados mimarı bir hayli azarlar. Ağnados da, “Vallahi bu gibi ağır büyük bina temelinde sağlam olması için kırk yıl sabredip sonra kubbeye başlamak gerek, ama ben yedi yıl kaybolup Kızılelma’da büyük bir kilise yedi yılda onu yarısında bırakıp yine bunu tamam etmeye geldim” deyince hemen Hz. Hızır, “İşte ben de geldim” diye ortaya çıkıp mühimmat hâzinesini açarak yine Ayasofya’ya başlayıp (—) yüz somaki sütunlar üzere iki kat daha yüksek sütunlar üzere Havernak kemerleri üzere gökkubbe gibi ters dönmüş bir kâse ve mavi renkli saf kurşun ile örtülü büyük bir kubbe yaptılar ki bukalemun renkli gökyüzü altında böyle ibret verici kubbe ne önce ve ne sonra yapılmamıştır.

Bu yüksek kubbenin tâ en tepesinde yüz kantar İskenderî al­tınından bir haç alem edip âlemi aydınlatan güneş yeryüzüne ışık saldıkta Bursa’da Ruhban Dağı’nda (Uludağ), Alemdağında ve Istıranca dağında olan ruhbanların gözbebekleri kamaşırdı. Daima ruhbanlar Bursa’da Keşiş Dağı’ndan uçup Ayasofya’da dururlardı. Tâ bu derece perhiz-kâr keşişler idi.

Kısacası Ayasofya tam kırk senede [34b] tamam edip içinde ve dışında 12.000 ruhban hizmetçileri var idi. Hatta Peygamber Efendimizin doğumundan 882 sene önce Büyük İskender asrında Yunanlılar Nabta Kıbtîleri elinden Mısır’ı istila edip bu Ayasofya’ya Mısır’ı vakfettiler. Tâ bu mertebe mamur oldu ki Hıristi­yanların bilâ-teşbih Kâbeleri idi. İskender vefatından 880 sene sonra peygamberlerin sonuncusu Muhammed Mustafa Rebiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi doğup dünyaya ayak basıp âlemi aydınlattığı Nisan’ın 20’si idi. Hudâ’nm hikmeti o mübarek gecede bütün kâfiristan içinde büyük bir deprem olup Bağdad’da Kisra kemeri, Kızılelma kubbesi ve Ayasofya kubbesi yıkılıp bütün Nemrud ateş-perestlerinin ateşle­ri sönüp nice belirtiler çıktığında bildiler ki “Hz. Muhammed dünya­ya geldi”, dediler. Ondan yedi sene sonra Enûşirvan ve Hatem-i Tay öldü. Hz. Risâlet’i amcaları Ebû Tâlib yanına alıp büyüttüler.

Hazret on ikisine varmışken Ebû Tâlib ile Şam yakınında Busra şehrine ticarete gittiler. Busra şehrinde bir ulu rahip var idi. O ra­hip, “Ey Ebû Tâlib bu yanındaki oğlanın alnında nur, başında saadet tacı var. Bu âhir zaman peygamberi olup cihan duta. Sen bu oğlanı Şam’a götürme” dedi. Hemen Ebû Tâlib bütün mallarını Busra şehrinde satmaya başladı, ama beri İstanbul tarafında Ayasofya kubbesinin kıble tarafında yarısı yıkıldı. Nice kere yaptılar, asla mümkün olup tamire bir çare olmayıp yıkılırdı.

Sonunda Hz. Hızır yaşlı bir şeyh suretinde bütün rahiplere görünüp, “Eğer bu camiin kubbesini tamir edelim derseniz, şimdi zuhur eden âhir zaman Muhammed’ine varın ağzı suyundan su alıp zemzem suyu ile karıştırıp burada kirece ağzı suyunu karıştırın, sonra kub­beyi tamir edin. Yoksa başka çare yoktur” diye söyleyip kayboldu.

Rahipler bildiler ki Hz. Hızır’dır. Hemen 300 patrik ve rahip menzilleri katederek Şam’a, oradan Busra’da Bahire Papaza varıp Muhammed’i sordular. O da, “Amcasıyla Mekke’ye gitti. Hemen fırsat ganimettir, bir eli nişanesini alın” diye bu rahiplere nasihatlar etti.

Onlar da Mekke’de Ebû Tâlib’e varıp isteklerini arz ettiler. Ebû Tâlib fincan içine mürekkep koyup, “Ya Muhammed sağ elin mürekkebe batırıp bu ceylan derisi kâğıt üzere bas, ki dünya durdukça senin ümmetlerin bu Hıristiyan rahiplerden vergi ve bâc almayıp muaf ve müsellem olalar” deyince hemen Hazret sağ ellerini mürekkebe batırmak üzere iken Ruhban Erzail erzellik edip Hazret’in mübarek eli yapışıp mürekkebe faz­laca basınca hemen Hazret gazâplanıp, “Sen bütün ruhbana patirgâh ol ve sizi bütün ümmetlerim bu eli­min nakşıyla zabt u rabt edip bununla hükm ü hükümet etsinler” diye mübarek eliyle kâğıda basıp Resûl-i Mübin pençesini belli etti.

Hâlen bütün Osmanlı ülkesinde pençe, buyurdu-yı şerif dedikleri Hazret Risâlet’in mübarek elleri nakşıdır ki bütün İslâm diyarı onun ile zaptedilir, yönetilir. Hâlen o mübarek elin resmi İstanbul’da Fenerkapısı’nda oturan Patirgâh adlı keşişin tasarrufu altındadır ki yedi kat mücevher sandık içinde korunmaktadır. Bu mübarek elin resmi üzere Ebû Tâlib’in yedi satır Hâşimî hat­ları yazılıdır ki ahitnâmedir.

Sonra yine bütün rahipler “Ey Muhammed, sen dünyaya geldiğin gece bizim Kostantiniyye’de Ayasofya adlı bir kilisemizin kıblesi tarafı yıkıldı. Birkaç kere yaptık, temel tutmadı. Mübarek ağzın suyundan bu mücevher hokka içre biraz koy, kirece karıştırıp ma- bedhanemizi tamir edelim, ola ki yerinde dura” diye rica ettiler. Derhâl ricaları kabul edilip Hz. Risâlet hokka içre mübarek ağzının suyundan bıraktı. Onunla ayakta durup [35a] “ümmetlerime âhirûn (son) zamanlarda Beldetün tayyibe olup Müslüman ibadetha­nesi ola” diye işaretlerle hayr dua etti. Huda’nın hikmeti âhirûn ke­limesinde Beldetün tayyibe İstanbul fethine tarih gerçekleşmiştir. Sonra ruhbanlar bu mübarek ağız suyu ile sevinip hokka içine zemzem suyu doldurup, yetmiş deve yükü Mekke-i Mükerreme toprağından yükleyip ve yetmiş deve yükü de zemzem suyundan tu­lumlara ağzına kadar doldurup ılgar ile İstanbul’a geldiler.

Acelece Ayasofya kubbesini tamire başlayıp kireç ile ağız su­yunu, yetmiş deve yükü zemzem suyunu ve Mekke toprağını karıştırıp yaptıklarında Allah’ın emriyle sağlamlık üzere tamam ettiler. Hâlâ Resûlullah’m ağız suyu ile yapılan yer, kubbenin kıble ta­rafında otuz iki nakışlı yeni terek bellidir. Bilen canlar baktığında “Allâhümme salli alâ Muhammedin” derler, zira kubbenin diğer ye­rinde Resûlullah’m ağız suyu ile yapılan yer günden ayân ve aydınlıktır.

Fetihten sonra Fatih, “Bu kubbe Hz. Risâletin ağzı suyuyla ayakta durmaktadır” diye tâ yüksek kubbenin ortasına bir zincir ile teberrüken bir altın top asmıştır ki 50 Rumî kile buğday alır bir küçük altınlı toptur, tâ camiin ortasında bir adam eli erer yüksekliktedir.

Hz. Hızır bu topun altında ibadet eder. Ümmetin salihlerinden bazı adamlar Hızır ile o yerde buluşmuşlardır. Bazı ihtiyaç sahibi kimseler kırk gün sabah namazını kılıp dünya ve âhiret ile ilgili hayırlı isteklerinin yerine geldiği nice kere denenmiştir, ama bu top altında kırk gün ibadet etmeyi isteyen gayet çok olduğundan bir an boşluk yoktur. Kısacası ihtiyaç sahipleri arasında büyük makamdır.

Eski mabet Büyük Ayasofya’nın şeklini,

tarz ve biçimini, sanatlı yapılarını,

uzunluk ve genişliğini bildirir

Önce Ayasofya, İstanbul Kalesi’nin doğu tarafı bitiminde Ahırkapı tarafı denizine 1.000 adım ve kuzey tarafına Sarayburnu denizine 1.000 adım uzak yüksek bir tepe üzere göklere baş çekmiş yüksek bir kubbedir ki bu günde öyle büyük bir kubbe yapılmamıştır.

Bu kubbeden başka kıble tarafında bir yarım kubbe içinde ondan da alçak bir küçük yarım kubbe içinde mihrap ve sağ tarafında beyaz ham mermerden minber yapılmıştır. Kıble kapısı üzere de yüksek yarım bir kubbe vardır. Bu kubbelerden başka Ayasofya’nın dört ta­rafında üç kat yapısında 360 tolos kemer güzel kubbeler vardır, ama ortadaki asaleten büyük kubbedir. Bu kubbenin dört tarafı fırdolayı (—) adet billûr, necef ve moran camlarıyla süslüdür. Bu kubbe cam­larından başka içinde ve dışında olan camların hepsi 1.070 adettir ki ondan cami içi aydınlık olur.

Anılan kubbelerin hepsinin içinde üstad nakkaş Erjenk Frenk Mânî Manastır adlı yaldızlı, altınlı, mina resimler, garip şekiller, acayip sihirli melek ve insan resimleri yapmışlar ki hâlâ insafla bakan hayretler içinde kalıp bütün şekilleri canlı sanırlar.

Bu şekillerden başka büyük kubbenin büyük ayaklarının yukarı tabakasının bitiminde dört köşede birer melek resmi vardır. Bilâ- teşbih biri Cebrail, biri Mikâil, biri İsrafil ve biri Azrail suretleri­dir ki hâlâ kanatlarını açıp dururlar ki boylan ve kanatları ile ellişer arşın acayip resimlerdir ki tâ Hz. Risâlet dünyaya gelince bu melek resimleri göbeğinde olan ağızlarından konuşup, Cebrail resmi Doğu’da olup olacak belirtileri ve olayları bildi­rirmiş. Mikâil resmi Batı’da düşman ortaya çıkar ve kıtlık ve yokluk olur diye haber verirmiş. İsrafil resmi Kuzey’de olacak olaylardan haber verirmiş. Azrail resmi bütün dünyada çeşitli padişahların ölüm haberini verirmiş. Hâlâ o zikrolunan dört heybetli resim ayaktadır, ama Hz. Peygamber’den beri tılsımları geçersiz olmuştur.

Bu büyük kubbeyi yapı ustası dört sağlam ayak ve dört kisra ke­meri üzere yapmıştır ki her bir kemeri, Havernak kemerlerinden, [35b] Kaydefa, Kâf ve Şeddâd kemerlerinden nişan verip dördü de kudret kemeri olan Samanyolu gibi semâya baş çekip en yüksek te­peye kemend salmışlardır.

Anılan kemerlerin bir ayaktan bir ayağa genişliği hakîrin orta ayak mestiyle (—) ayaktır.

Camiin uzunluğu, kıble kapılarının tarafında üç kat taşra dehliz vardır. En gerideki medrese dehlizinin kıble kapısından tâ mihraba kadar Ayasofya Camii’nin uzunluğu (—) adımdır ve genişliği bir yandan bir yanma (—) adımdır. Camiin içi ve dışında büyük küçük toplam (—) adet yüksek sütunlardır ki sanki her biri birer yüksek kürsü ayaklarıdır. Kırmızı renkli somaki cilâlı sütunlar var ki değerli mücevherden dünyada az bulunur kimyab cinsinden büyük sütunlardır ki her birisinin boy bosları kırkar arşındır.

Ondan yüksek olan ikinci kattaki sütunlar da benzersizdir ama boy bosları otuzar arşındır. Bu camiin üç tarafında ikişer kat cemaat ibadet edecek katları vardır ki iki tarafta merdivenlerinden at ile çıkmak mümkündür. Dolamaç bir yoldur ki beyaz ham mermer döşelidir. Cami içre tâ kubbeye varınca üç kat kandiller aydınlata­cak dehlizler vardır ki cami içini kuşatmıştır.

Bu camiin dışında ve içinde toplam 361 kapıdır ama 101 kapısı büyük kapılardır ki onlardan kalabalık cemaat girip çıkmadadır. Bu anılan 101 kapının hepsi tılsımlıdır. Defalarca saysan bir kapı daha belirir. Ona da bellek koyup saysan belleksiz sanıp görmediğin bir kapı daha ortaya çıkar, tuhaf hikmettir.

Bütün kapıların boyu 20 arşındır ki hepsinin kanatları kuyumcu­luk işiyle bezenmiş gümüş ile mînâ olmuş sanatlı ibret verici pirinç yüksek kapılardır ama kıblenin orta kapısı hepsinden yüksek boyu 50 arşın bir büyük kapıdır. Bu kutlu kapının levhalarının tamamı Hz. Nuh’un kendi eliyle yaptığı geminin tahtalarındandır ki, Hz. Nuh kırk gün Tufan denizi üzere yüzüp kırkıncı gün Aşure gününde :

Be derya der-menâfi’ bî-şumârest                    

Eger hâhî selâmet der-kenârest.

deyip Musul yakınında Cudi Dağı adlı yerde Nuh’un gemisi kenara düştü. Ayet: “Cudi Dağına istiva etti…” [Hûd, 44] mazmunu üzere Nuh peygamberin gemisi o Cudi Dağı üzere karar edip Nûh ümmeti Tufan’dan kurtuldukları için Nuh Necî dediler.

Günlerin geçmesi ile Nuh’un gemisinin levhaları Cudi Dağı üzere kalıp tâ Vezendon kral asrında kızı Ay Sofya, Ayasofya’yı yapar­ken Hz. Hızır’ın öğretmesiyle Nuh Peygamber gemisinin tahtalarını getirip bu camiin bütün kapılarını o levhalardan yapmışlardır. Hâlâ gemi çivileri olan yerleri bellidir. Bu orta kıble kapısı üzere sarı renkli pirinç tabut gibi uzun bir sanduka Ayasofya’yı yapan Ay Sofya’nın cesedi iksir içre mumya olup gömülmüştür. Nice aç gözlü padişahlar o sandukaya el koymak istediklerinde cami içre bir zel­zele ve velvele ve şimşek belirip cami yıkılır korkusuyla vazgeçer­ler ki büyük bir tılsım da budur.

Onun üstünde küçük sütunların kemerleri üzere bir mermer kitabe içre Kudüs’ün eski kıble olduğu anlatılmıştır. İçi türlü türlü mücev­herler ile doludur. Bu da tılsımlıdır. Kimse el koymaya cesaret edemez.

Burada ibret verici bir yeşil sütun vardır. O sütun üzere Meryem Ana heykeli var idi. Elinde bir kandil var idi ki üveyik yumurtası kadar var idi. Her gece, bu kandilin ışığı camii aydınlatırdı. Bu da Hz. Risâlet’in doğumu gecesi başaşağı oldu. Hâlâ o kandil Kızılelma’dadır. Onun için Kızılelma derler ki Ayasofya’dan gitmiştir, zira İspanya kâfirleri bir iki kere İstanbul’u istila etmiştir. Onun için o yumurta İspanya elinde kalmıştır.

Bu camiin duvarının iç yüzünde baştan başa beşer altışar arşın dört köşe parlak ebrî taşlar ile kaplı bir camidir. Her bir taşta Allah’ın emriyle türlü türlü tuhaf şekiller ve çiçekler yazılmıştır. Kenarlarında renkli çiçekler kazılmıştır. [36a]

Her direklerin yüksek kürsülerinde ve kemerleri etrafındaki çizgi girişmelerinde o kadar mermer ustası sanat göstermiştir ki hâlâ cihan ustaları ona bir külünk urmağa kadir değildir, ama mihrabı ve minberi beyaz mermerden sade güzelidir, ama sanatlıdır.

Dört minarenin vasıfları: Fatih Mehmed Han Edirne’de padişah iken İstanbul’da büyük bir deprem olup Ayasofya Kilisesi kuzey ta­rafa doğru eğrilip yıkılır diye bütün kâfirler korkuya düştüler. O sırada Bursa’da Ulu Camii ve Edirne’de Eski Camii Yıldırım Han için yapan Mimar Ali Neccâr hayatta olduğundan Fatih, Kostantin’e dostluğa binaen muhabbet sureti gösterip Ayasofya’nın tamiri için Koca Mimar Ali’yi tekfura gönderir.

Kral gayet hoşlanıp Ayasofya’nın dört tarafına büyük ayaklar yapar ki her biri birer Kahkaha ve Yecüc şeddi gibi sütunsuz sedlerdir. Hâlâ Ayasofya Camii’nin etrafında o ayaklar açık ve seçik olup Ayasofya onlar ile sağlamlaşmıştır, ama Ayasofya’nın sağ ta­rafındaki Sarıkçılar dükkânları arasında olan ayağın içini Mimar Ali 200 ayak minare yolu gibi yol eylediğinde sapık kral,

“Bu merdiven nedir?” diye sorar. Mimar Ali, “İhtiyaç zamanında kurşun üzere çıkmak için ettim” diye cevap verir.

Tamam olduktan sonra Mimar Ali, kraldan bol bahşişler alıp Edirne’de Sultan Mehmed’e geldiğinde, “Padişahım sağlamlık üzere öyle ayaklar yaptım ki son za­manda Hallac-ı Mansûr yayı çillesi önünde Ayasofya kubbesi top ve çevgân yuvarlanıp yok olmaya. Tamir etmek benden fethetmek sen­den ola ve sana bir minare yeri inşa edip onda dua ettim. Hemen fet­hine gayret göster” deyince bütün mecliste hazır olanlar Fâtiha’yı okudular.

Allah’ın emriyle üç yıldan fethi nasip olup o anılan minare ayağı üzere Fatih göklere baş çekmiş bir şerefeli eski tarz bir tuğla altı yivli düzgün bir minare yaptırmıştır ki hâlâ boyu (—) ayak yüksek minaredir.

Daha sonra 981 [1573-74] tarihinde Bâb-ı Hümâyûn köşesinde Sultan II. Selim bir şerefeli bir beyaz taş ile yiv yiv bir minare yapmıştır ki ibret vericidir. Bunda olan mukarnaz, medine ve yivler bir minarede yoktur, ama Fatih minaresinden alçaktır. Toplam (—) basamaktır.

Sonra 986 [1578] tarihinde Şirvan, Şamakı ve Bakü Demirkapısı fatihi olan Sultan III. Murad bu cennet benzeri camiin kuzey ve batı duvarlarında bir tarh ve bir resim üzere iki adet nazik ölçülü birer şerefeli minareler yaptı. Hâlâ nur dolu bu cami dört minarelidir. Her minarelerin alemleri yirmişer arşın parlak yaldızlı alemlerdir ki benzeri âlemi aydınlatan güneştir. Yüksek kubbe üzere olan büyük alemi tahdit edip kubbesine göre alemin boyunu 50 arşın uzun edip mümessek saf altın ile parlatıp iki fersah yerden ve yüz mil denizden belli bir dinler alâmeti alemdir. Yine Sultan III. Murad Cami içre Marmara Adası’ndan gelmiş iki adet beyaz ham mer­merden büyük küpler getirtmiştir ki böyle bir küplere ne Cem, ne Cemşid ve ne Dârâ sahip olmuştur. Her biri birer tek parça hamam kubbesi kadar vardır. Allah bi­lir tahminen her biri biner kile buğday almak ihtimali vardır. Camiin içinde, biri sağda biri solda hayat suyu ile dopdolu durup bütün cemaat musluklarından abdest tazeleyip tatlı suyundan içerek susuzluklarını giderirler.

Murad Han bu camiin duvarını toz topraktan temizleyip bütün kapı kanatları ve bütün duvar yüzlerini cilâlayıp parlattı ve kan­dillerini çoğalttı. Hafızların Kur’an okumaları için [36b] dört ma­halle mermer mahfiller yaptı. Müezzinlere bir (—) ince sütun üzere mahfil eylemiştir ki anlatılmaz.

Bağdad fatihi Sultan IV. Murad Han dört mermer sütun üzere tek parça bir mermer kürsü yapmıştır ki felekte benzeri yoktur. Her gün bir vâizin öğüt vermek için 8 adet şeyh tayin eyledi. Biri Kadızâde, biri Üsküdarî Mahmud Efendi, biri Cerrahpaşa Şeyhi İbrahim Efendi, biri Sivasî Abdülmecid Efendi, biri Kudsî Efendi, Tercüman Şeyhi Ömer Efendi ve Büyük Şeyh Emir İştibî hazretleri dinî mese­lelerde zorlukları halleden âlim ve fâzıl kimse idi.

Hudâ’ya hamdolsun bu anılan şeyhlerin sohbet şerefleriyle şereflenip hayır dualarından nasiplendik. Sayılan hayır eserlerin­den başka Osmanoğulları padişahlarının her biri birer hayrat ek­lemişlerdir. Sultan Ahmed Han padişahlara mahsus mihrabın sol tarafında padişahlar için bir maksûre-i secdegâh yapmıştır.

Sanat ve güzelliklerin her türüyle süslü ve dolu bir cami olup do­kuz ayaklı kubbenin benzeri olmuştur. Her an seyredilmesinde akıllar hayran kalmıştır. Her tarafını renkli avizelerle donat­mışlardır. Görüş, akıl, zevk ve basiret sahibi olanlar, Hudâ’nın nuru olan bu camii görünce hayran, mest ve şaşkın olurlar. Hâlen Adn cennetinden nişan verir şanlı bir camidir.

Sultan IV. Murad gönül açan bu camiden hoşlanıp geri kıble kapısı içinde bir tahta maksûrecik inşa edip her Cuma namazını kılmaya geldiğinde nice kafes bülbül getirir, türlü türlü kuşların yanık sesleri insanın ruhuna gıda verip o gün nur dolu cami Rıdvan bahçesinden ve cennet bağından nişan verirdi.

Her gece 12.000 türlü türlü kandiller ile ve şamdan üzere balmumları ile aydınlatıp nur üzre nur olur.

Yüksek kubbenin tâ ortasında Hz. Risâlet’in mübarek ağzı suyuyla ayakta duran kubbenin ortasında yuvarlak bir daire içinde Yakut-ı Mustasımî yazısı gibi eski bir yazı ile âyet: “Allah göklerin ve yerin nûrudur” [Nur, 35] âyeti yazılmıştır.

Dört tarafında nice bin güzel yazı eserler vardır. Hatta Sultan IV. Murad Han’ın fermanıyla Hattat Teknecizâde Mustafa Çelebi Allah’ın ismini, peygamberimizin ve dört halifenin isimlerini Karahisarî tarzı yazılarla yazmıştır ki insanın yapacağı şey değil­dir, zira eliflerinin boyu onar arşındır. Ona göre diğer harflerine bir güzellik vermiştir ki anlatılmaz. Büyük bir camidir ki bütün fakirlerin Kâbesidir. İstanbul içinde ondan büyük cami yoktur ve onda olan ruhaniyet meğer Kudüs’te Mescid-i Aksâ yahut Şam’da Cami-i Emeviyye veya Mısır’da Cami-i Ezher’de ola, ama bu Ayasofya’nın her karanlık köşesinde zenginlik hâzinesi sahibi ümmetin dindarlarından nice yüz kimseler itikâfa girip gündüz oruçlu ve gece ayakta ibadetle meşgul tarikat ehli kimselerle dolu­dur. Her gün yetmiş yerde ders hocaları Allah rızası için ders verir, bilim öğrenme yeri bir mekândır. Her gün kalabalık cemaatten hâlî değildir.

Ayasofya hizmetçilerini bildirir:

Önce imamları, hatipleri, şeyhleri, devirhânları, ders-i âmları, talebeleri, müezzinleri, eczâhânları, muarrif, tesbihçileri, naathân, kapıcı ve kayyımları ile toplam 2.000 hizmetçileri vardır, zira büyük vakıftır. Her ay bütün görevliler mütevelli kapısına toplanıp ücretlerini alır. Her sene (—) kese geliri ve (—) kese gideri vardır.

Ayasofya makamları ve ziyaretlerini bildirir

Birincisi Ayasofya Camii: Kendisi Allah’ın evidir.

Sonra Hz. Süleyman ve Hz. Hızır makamı. [37a]

Hz. Mesleme makamı: Muâviye zamanında Mesleme hazretleri kumandan olup İstanbul’da Ayasofya içine girip Üçbucak adlı yerde ibadet etmiştir ki hâlâ Mesleme makamı derler.

Ebû Eyyûb-ı Ensârî makamı: Hicret’in elli ikinci [672] senesinde kumandan olup barışla Ayasofya içre iki rek’at namaz kıldığı yere Eyüpsultan makamı derler. Terlerdirek’in kıblesindeki mihraptır. Hâlâ beş vakitte orası da cemaatten hâlî değildir. Ümmetin dindar­larından çok kimseler mübarek gecelerde orada i’tikâfa girerler.

Abdülaziz oğlu Ömer makamı: Hicret’in doksan yedi [715-16] yılında kumandan olup barış ile Ayasofya’nın batı tarafında yeşil mihrap dibinde ibadet etmiştir. Hâlâ Abdülaziz oğlu Ömer makamı derler.

Harun Reşid makamı: Hicret’in 258’inde [872] Harun Reşid Kostantiniyye içre ikinci gelişinde Yağfur Kral’ı Ayasofya çanlığma asıp Ayasofya içre kıble tarafında Meyyitkapısı içinde Süleyman Peygamber kıblesinde ibadet etmiştir. Hâlâ Harun makamı derler.

Seyyid Battal Gazi makamı: Göklere baş çekmiş çanlığa çıkıp ibadet etmiştir.

Baba Cafer Sultan makamı: Harun Reşid halifeliğinde elçilik ile gelmiştir.

Şeyh Maksud makamı: Sultan Baba Cafer’in arkadaşı olup ikisi kral izniyle Ayasofya’nın doğu tarafında Türbekapısı içindeki köşe­de ibadet etmişler. Hâlâ Baba Cafer ve Baba Maksud makamı derler.

Hz. Süleyman makamı: Minberin sağ tarafındaki yeşil mihrap Süleyman makamıdır ki ilk defa Ayasofya yerinde eski ibadetgâh olan o yerdir. Hâlâ nice kimseler teheccüd, işrâk, ebvâbîn namazını orada kılarlar.

İskender-i Zülkarneyn makamı: Hâlâ yüksek minber İskender makamı üzere İskender şeddi gibi yapılmıştır.

Hz. Hızır makamı: Tâ kubbenin ortasındaki altın top altında Hızır makamıdır, zira o nurlu kubbe Hz. Risâlet’in mübarek ağzı suyuyla nizâm ve intizâm bulmuştur. Nice bin aziz kimselerin Hızır ile bu mübarek makamda müşerref oldukları defalarca tespit edilmiştir.

Kırklar makamı: Müezzinler mahfilinin güney tarafına yakın yeşim, somaki, yerakânî ve türlü türlü mermer ile yeri kırk adet yuvarlak taşlar ile döşenmiş bir makamdır ki nice kimseler kırkları orada bulmuşlardır.
(…)

Ayasofya makamlarını bildirir

Havariler makamı: Yukarı katın doğu tarafında.

Hz. Akşemseddin makamı: Terlerdirek yakınındadır.

Terlerdirek ziyaret yeri: Bu terleyen direk hakkında nice dedi­kodu vardır ki yaz ve kışta gece gündüz terleyip durmadadır.

Ayasofya Camii’nin geride kıble kapılarının batı tarafı biti­mindeki kapının iç yüzündeki bucakta dört köşe tek parça bir beyaz mermer uzun sütundur ki boyu 11 arşındır. Aşağısında bir adam boyu bakır kaplıdır. Yine böyle iken daima terler durur. Bir söylentide “Temelinde tılsımlı define var” derler. Başka bir söylentide “Ka­lede kuşatılmış olan Yâvedûd Sultan’ın yakıcı âhının sıcaklığından hâlen terler” derler. Bir söylentide “Hz. Risâlet’in ağzı suyuyla bütün kireç bu sütun altında karıldığı için hâlâ onun rutubeti etkisinden terler” derler. Garip seyirliktir.

Terlerdirek’in hâssaları: Bir adam baş ağrısına tutulsa, bu direğin terinden başına sürse Allah’ın izniyle şifa bulur.

Diğer hâssası: Bir adam zahîr hastalığına tutulup yüreğinden kan gitse Terlerdirek terinden yalasa Allah’ın emriyle kurtulur.

Üçüncü hâssası: Bir adamı sıtma tutsa Terlerdirek dibinde kaplı olan bakırın ara ara yerlerinde delikler vardır, oradan birkaç par­mak toprak yalasa Allah’ın emriyle kusup kurtulur, gayet de­nenmiştir..

Kıblekapısı makamı: Bu kutlu kapının kanatları Hz. Nuh’un gemisi tahtası olmak ile bütün deniz tüccarları o kapı dibinde iki rek’at hâcet namazı kılıp ellerini kapı tahtasına sürüp Nuh Necî ruhuna [39a] bir Fâtiha okuyup sefere çıkarlar.

Ayasofya kuyusunun hassası: Bir adam yüreği oynamasına ve ha­fakan hastalığına tutulsa üç cumartesi Ayasofya içindeki kuyunun su­yundan seher vakti aç karnına üç kere içse Allah’ın izniyle kurtulur.

Altın topun hâssası: Bir kimse unutkanlığa uğrayıp işittiği hatırında kalmaya. Gerektir ki Ayasofya kubbesinin ortasında asılı olan altın top altında yedi kere sabah namazını kılıp üç kere “Allâhümme yâ kâşife’l-müşkilât ve ya alime’s-sırrı ve’l-hafiyyât” deyip her vakitte yedişer siyah üzüm yese Allah’ın emriyle zeki, necip ve ergin ola ki duyduğu sözler içinde taşa işlenmiş nakış gibi ola, zira bu kubbe Hz. Risâlet’in ağzı suyuyla tamir olunmuştur. Altında bir kere ibadet edenin dünya ve âhiretle ilgili hayır istek­leri Allah’ın izniyle yerine gelir. Hatta Akşemseddin oğlu Hamdi Çelebi’ye Göynük Kasabası’nda o kadar bunaklık gelir ki bir adam kendine selâm verse, kâğıda bir selâm lâfzı yazmış, ona bakıp “Aleyküm selâm” der imiş. Bütün hekimler çare bulmada âciz kalmışlar. Tâ bu derece unutkanlığa tutulmuştur. Sonunda Akşem­seddin hazretlerinin öğretmesiyle Hamdi Çelebi Ayasofya’ya gelip yedi kere anılan top altında sabah namazını kılıp yazılan duayı her sabahın üç kere okuyup yedişer tane siyah üzüm yiyince Allah’ın emriyle unutkanlık hastalığından kurtulmuş ve Yusuf u Züleyhâ telifine başlayıp yedi ayda tamamlamak nasip olmuştur. Sonra kıyafetnâme yazdı ki hâlâ Hamdi Çelebi Kıyafetnâmesi dünyaca ünlü bir eserdir. İnsanoğlunun yaratılması hakkındaki manzum eseri de çok değerlidir.

Soğukpencere makamı: Ayasofya’nın kıble tarafında Hünkârka- pısı’nm iç yüzünde kuzeye açık can rahatı bir penceredir ki daima orada hafif rüzgâr esip insana hayat verir. Dışındaki İrem bağının hoş sesli bülbülü nağmelerinden insana ruh gıdası hâsıl olur. Gönül açan bu yerde fethin ilk günlerinde Hz. Akşemseddin Cerîrî Tefsiri dersini hayrına öğrencilerine öğretti. Burada Kur’an okuyan ve diğer ilimlerle uğraşanların öğrenimini tamamlaları için hayr dua etti. Hâlen burada bir kere Bismillâh diyen mahrum kalmamıştır. Böyle bir güzel makamdır. Hatta üstadımız kurrâ sahibi Evliya Efendi bu Soğukpencere’de Kuran’da aşere ve takribi öğrencilerine okutup nice bin insan bu yerde kurrâ sahibi olmuştur.

Hz. İsa beşiği makamı: Yukarı katın doğu tarafında bir köşede kırmızı renkli bir mermer tekne gibi bir beşiktir. İsyankâr kadınların çocukları sakat ve hasta olsa, çocukları bir an bu beşikte koşalar inançları sebebiyle Allah’ın izniyle Mesih makamında şifa bulur­lar.

Hz. İsa’nın yıkandığı yer: Yine İsa beşiğine yakın dört köşe bir taş teknedir. İsa Peygamber Meryem Ana’dan doğunca Meryem Ana Hz. Mesih’i bu teknede yıkamıştır. Eski Kostantin bu beşiği ve yıkanma teknesini Kudüs’ün güney tarafında Beytüllahm’den ge­tirdiği muhakkaktır, ama hakîr Beytüllahm’de İsa’nın yıkandığı tekneyi gördüm, ama bu Ayasofya’daki İsa’nın yıkandığı tekne içinde sakat olan çocukları bir kere yıkasalar sakatlığı ve hastalığı gidip sanki İsa demine mazhar olup hayat bulur, dünyaca meşhur bir taş teknedir.

Yedilerkapısı makamı: Yine yukarı katın doğu tarafında büyük bir kapıdır, ama kanatları tahta değildir. Nakışlı ibret verici be­yaz mermer kapı kanatlarıdır, yeryüzünde benzeri yoktur. Dünya seyyahları ve âdemoğlu mimarlar içinde meşhur olmuş bir ibret ve­rici kapıdır. Daima Yediler orada ibadet eder.

Nurlu taşlar seyirliği: Yine yukarı katın doğu tarafında beş altı parça ince türlü türlü tahta biçilmiş taşlar vardır. Dünyayı aydınla­tan güneş felek burcundan doğduğunda ışığı bu renk renk taşlara vu­runca her bir taştan bir tür güneş ışık verip insanoğlunun gözü bakma­ya takat getiremez. [39b] Sözün özü fakirler Kâbesi olan Büyük Ayasofya’nın dışında ve içinde binlerce ziyaret yeri yüce makamlar var ama bildiğim bu yazılan güzel makamlar olduğu için yazıldı. Ayasofya’nın bütün imaretlerinin üzerleri baştan başa saf mavi kurşun ile örtülüdür. Bu kadar bin yıldan beri kurşunu bozulmamıştır, zira Ayasofya kurşunu içre nice bin kantar altın vardır, onun için bozulmaz. Sonuç; bu Ayasofya’nın kuruluşunda bütün incelikleri bilen usta mühfendisler hayran olup diller anlatımında ve kalemler yazımında 4(—) beyt:

Re’eynâ câmiü’d-dünya cemî’an

Velâkirı mâ-re’eynâ misle hâzâ

Daha sonra Fatih Sultan Mehmed bu Ayasofya’yı tamir edip cennet benzeri bir beytullah (Allah evi) etti…

 

KAYNAK                                                                                                            :

Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul

Evliyâ Çelebi 1. Cilt – 1. Kitap, “Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Bağdat 304 Numaralı Yazmadan”

Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman – Yücel Dağlı

YKY-İstanbul-2003.