+++Dr. Hayati BİCE: Bir Cerrahın “Ülkücü” Neşterinden Anılar

Bir Cerrahın “Ülkücü” Neşterinden Anılar

 

Dr. Hayati BİCE

 

Ankara Tıp’taki Fakülte yıllarımızda, bir alt sınıfımızda yer alan ülküdaşlarımdan Sinan Beyhan’ın “Doktorluk Mum Gibidir” adlı ilk kitabından sonra “Pencerem” adını verdiği ikinci kitabı da geçen hafta elime ulaştı. İlk kitabına göre daha derli-toplu bir eser olan kitap, Bilgeoğuz Yayınevi tarafından geçtiğimiz Mayıs ayında yayınlanmıştı. [1]

 

Kitabın Önsöz’ünde kendisini bir ülkücü olarak “değişmeyen/gelişemeyen ben” olarak tanımlayan değerli meslekdaşım Dr. Sinan Beyhan, “Çocukluğumdan başlayarak unutamadığım, hatırladığım, seçip yazabileceklerimi; abartmadan, tamama yakın gerçek isimler kullanarak, bir senede yazdım. Bazılarına karikatürler de çizdim. Hatıralarıma penceremden bakınca gördüklerimi ekledim. Kitabımda evimi gayet net göreceksiniz. Gördüklerime katılıp katılmamayı takdirlerinize bırakıyorum.” sözleriyle kitabı çerçeveleyen samimiyeti de yansıtıyor. Kitabın sayfalarında yer alan Sinan Beyhan imzalı “amatör işi karikatürler” kitabın, özellikle genç okur için kolay okunabilirliğine katkıda bulunacaktır.

 

“Aldatılan ol, aldanan olma” nasihatini kitabının bir çok yerinde tekrarladığı, “bir Anadolu ârifi” olduğunu anladığım babası Hafız Efendi’yi rahmetle anmamıza vesile olan satırlardan, oğlu Aybars’ın üniversite tercihine; kızı Aysu’nun Fen Lisesi’ne kaydolarak sosyal/kültürel aktivitelere zaman bırakmayan bir tempoya girmesine kadar pek çok ailevi ayrıntı, kitabın bir anı kitabı olarak, insanî özgüllüğünü arttırıyor.

 

Fakülte yıllarından ihtisas dönemine eğitim sürecinde, mecburi hizmet ile gittiği Erciş’te cerrahlık mesleğinin ilk yıllarında yaşadıkları ise bir hekim olarak benim, kitabın daha fazla ilgilendiğim bölümleri oldu.

 

 

Ankara Tıp Ülkücü Teşkilatı -12 Eylül Öncesi-

 

MHP iddianamesinde “fakülte ve yüksek okullardaki ülkücü örgütlenmenin örneği” olarak gösterilen ülkücü grubumuzun, 12 Eylül öncesindeki oluşumundan izler ve enstantaneler taşıyan “Bedel” ve “Yastık Kavgası” başlıklı iki bölüm Ankara Tıp’ta 12 Eylül öncesini yaşamış kuşağımız için nostaljik tadlar içeriyor. Bu öyküleri okurken hepsini yakından tanıdığım üç ülküdaşım, 35 yıl kadar önceki halleri ile gözlerim önünde canlandı. Bunlardan -herşeye rağmen eski ülkücü demek istemediğim- birisinin daha sonra Sağlık Bakanlığı üst yönetiminde görev aldığında sergilediği tavrın, ülkücü hareketin ana ekseninden kopanların sürüklendiği maceranın hiç de övünülesi bir kazanım sağlamadığını, kanıtladığını da kaydetmeliyim.

 

“Bedel” adlı anı bölümünde yer alan, Ankara’nın Tuzluçayır’ında şehid edilen Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümü son sınıf öğrencisi Mustafa Başoğlu isimli ülküdaşımızın öyküsü[2] beni çok hüzünlendirdi. Dr. Sinan Beyhan’ın Ankara’daki ilk yılında Ankara Site Yurdu’nda “hemşehri+ülküdaş”ı olarak mihmandarlığını yapan Mustafa Başoğlu’nun öyküsünü kayda geçirdiği için bile değerli meslektaşıma teşekkür bir borç haline getiriyor. Dr. Sinan Beyhan’a keşke Mustafa Başoğlu’nu, aralarındaki sohbetleri, hayallerini, umutlarını biraz daha ayrıntılandırarak yazsaydı demekten kendimi alamıyorum. Belki kitabın yeni baskılarında bu şehid ülküdaşımızın aile çevresini de katarak bu anısını derinleştirecektir. Yine 12 Eylül’den sadece günler önce, İstanbul Şehremini’nde şehadet makamına eren, Erhan Cengiz’in öyküsü de [3] gönlüme dokundu.

 

Ülkemin Doğu Sancısı

 

Dr. Sinan Beyhan, “Pencerem” kitabının “Arka Kapak Yazısı”nda: “ Kitabımda hatırladıklarımdan yola çıkarak bugüne, bugünkü Türkiye’ye penceremden baktım. Maalesef güzel ülkemde Türk’üm demenin, Türk bayrağı taşımanın suç sayıldığı, T.C.’nin silinmeye çalışıldığı günler yaşıyoruz. İdeolojik davranan duygusal(!) sebeplerle gelişip değişenlere inat gururla haykırıyor, yazıyorum: “Ne mutlu ki Türk’üm” diye ülkücü duruşunu sergiliyor. Kitaptaki anı parçalarının son birkaç paragrafında yapılan günümüze göndermelerin biraz daha ayrıntılı olarak işlenmesi, kitabın “doktor ve Ankara Tıplı olmayan” okurları için de yararlılık katsayısını arttıracaktır. Bu önerimin de kitabın sonraki baskıları için değerlendirilmesi iyi olur. Kitaptaki bazı tıbbî ayrıntıların, kitabın sağlık sektöründen olmayan okurlarını irkiltebilecek bazı satırlarına dikkat edilmesi gereğine de, sözün bu noktasında işaret etmeliyim.

 

Mesleğimiz gereği halk ile içiçe yaşamak durumunda olan biz hekimlerin yaşadığı tanıklıkların bir çok sosyoloğun, siyaset bilimcinin kenarında dolaştığı sorunlar hakkında daha sağlam analizler yapabilmemizi sağlayan verilere bizi ulaştırdığı kesindir. İşte bu nedenle Sinan Beyhan’ın mecburi hizmet ile gittiği Van’ın Erciş ilçesinde yaşadıklarının bugüne uzanan izlerini biraz daha ayrıntılı olarak okumak isterdim. Van gölü havzasının Türkmen nüfusunun en yoğun olduğu yerleşim merkezlerini içeren Van Gölü kuzeyi hattında bölücülük mikrobunun nasıl yayılmaya çalışıldığı, devleti temsil eden askerî/sivil makam sahiplerinin aymazlıkları konusunda yazılacak pek çok anekdota, -eminim- tanık olunmuştur.

Sinan Beyhan’ın bir aydın sorumluluğu ile yazmayı tercih etmesi, artık yarım asrı geçkin bir ömrü geride bırakan bizim kuşaktan, her meslekten ülküdaşlarımız için bir örnek olmalıdır. Ankara Tıp ülkücü ekolünün yazan isimlerinden Dr. Ayşe Filiz Yavuz’dan sonra[4] meslek anıları ile karışık düşüncelerini kaleme alan Sinan Beyhan’ın Ankara Tıp’ın diğer nitelikli ülkücüleri için de örnek olmasını dilerim. Bu vesile ile Kutadgu Bilig ile Tıp Etiği’ni bir araya getiren[5] değerli dostum, sınıf arkadaşım Prof. Dr. Hilmi Özden’i de anmak zorundayım.

 

Bu yazımı, değerli meslekdaşım, ülküdaşım Dr. Sinan Beyhan’ın, bir haftasonunda kendisini hızla okutan 249 sayfalık kitabını okuduktan hemen sonra kaleme aldım. Bu eserinde kaleminin daha da ustalaştığına tanık olduğum Sinan Beyhan’ın ülkemizin sosyoekonomik sorunları ile ilgili görüşlerini de yazması gerektiğini belirtmeliyim. Madem ki, “değişip gelişme niyeti olmayan bir ülkücü” olduğunu beyan etmiş; bundan kaçışı yok! Bir aydın sorumluluğunun çok ötesinde bir durum bu!

sinan_beyhan1

 

___________________________________________

 

İletişim: http://hayatibice.net

 

[1] Dr. Sinan Beyhan, “Pencerem” , Bilgeoğuz Yay., İstanbul-2013. İnternetten sipariş için bkz: http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=659340

 

[2] Mustafa Başoğlu, Samsun’un Ladik ilçesinde doğdu. Ailesinin üç çocuğundan en büyüğüydü. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümü son sınıfa devam ederken Ankara’nın Abidinpaşa semtinde 4 Kasım 1977 günü elli kişilik bir grup tarafından önce dövüldü, sonra kurşunlanarak onüç yerinden yara alarak şehid edildi. MHP Ankara Gençlik Kolları üyesiydi. Cenazesi doğduğu yerde toprağa verildi. Ruhu şad olsun.

 

[3] Bilal Erhan Cengiz, 30 Ağustos 1980 şehid edildiğinde henüz onsekiz yaşındaydı. 30 Ağustos 1980 günü, gece saat 22.00 civarında, İstanbul-Şehremini’nde, Başvekil Caddesi, Odabaşı Meydanı’nda bir görüşme üzere bulunduğu telefon kulübesinde, dokuz militan tarafından kurşunlandı. Kalbine isabet eden kurşun, şehadetine vesile oldu. Ruhu şad olsun.

Bilgeoğuz Yayınları’nın kurucusu ağabeyi Oğuzhan Cengiz’in kardeşi için hazırladığı kitap için bkz: http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=98322

 

[4] Dr. Ayşe Filiz Yavuz Avşar’ın kitapları hakkındaki değerlendirmem için bkz: http://hayatibice.net/?p=607

 

[5] Hilmi Özden, Kutadgu Bilig’de Ahlak Kavramı ve Tıp Etiğine Etkisi, Ötüken Neşriyat, İstanbul-2007.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=117958