+++ Hayati BİCE: 12 Eylül Ülkücü Edebiyatı’ndan: ‘Gül Hüznü’

 12 Eylül Ülkücü Edebiyatı:  ‘Gül Hüznü’ / Mehmet KARANFİL

Dr. Hayati BİCE
12 Eylül Darbesi’nden söz açmışken bahsetmeden geçemeyeceğim bir eser var önümde: İzmir ülkücülerinin ve ülkücülerin cezaevindeki tutsaklık günlerinin bir günlüğü şeklinde kaleme alınmış Mehmet Karanfilimzalı bu kitap, “Gül Hüznü” adını taşıyor. İlk baskısı yapıldıktan sonra “Kırılan Güller” adı ile sergilenen bir tiyatro oyununa kaynaklık eden kitabın son baskısını, zaman zaman gözlerim yaşararak okudum. Son sayfasını bitirdikten sonra, darağacında şehadetlerine dair ayrıntıları öğrendiğim, hapishane arkadaşları olan yazara yazdıkları son mektuplarını okuduğum Selçuk Duracık ile Halil Esendağ başta olmak üzere bütün ülkücü şehidlerimiz için birer Fatiha okudum.

Kitabın “Anlamak İstemediler Bizi” arabaşlıklı bölümünde Mehmet Karanfil’in nezarette yanındaki hücreye düşen ‘solcu militan kadın’ için söylediği sözleri, ülkücü hareketin kendisine de sorması gerektiğini düşündüm. Yanındaki hücredeki devrimci kadının, Karanfil’in siyasi görüşünün “ülkücülük” olduğunu öğrendikten sonra sarf ettiği “kara faşist” hakaretini hazmedemeyen Karanfil, üzüntüsünü dile getirirken şöyle yazmış:

“Yanlış bir sistemle kini ideoloji yapanlar, insanlarımızı ne hale getiriyorlardı. Oysa biz konuşabilmeliydik, fikirlerimizi, birbirimize anlatabilmeliydik; birbirimizi dinleyebilmeliydik… Olmadı.
Yan nezaretin kapısı açılmıştı. O bayanı sorguya götürüyorlardı. Cinayetten sorgulanıyordu. Feryadını duyuyordum. Sanki kendi kardeşimdi feryad eden. Ne fark eder ki, böyle olmamalıydı; böyle olmamalıydı…” [1]

Şehîdler ; Ülkücü Şehîdler… Bizim Şehîdler…
Kitapta, ülkücülerin mahkemelerde, cezaevlerinde gördükleri muameleler yanında; yolları İzmir’de kesişmiş ülkücü şehidlerin şehadet hikâyeleri düzenli bir tasnif yapılmadan yeri geldikçe anlatılıyor. Bunlar arasında Bornova Büyük Ülkü Derneği başkanı Vanlı Suat Kürşat’ın, Denizlili Cengiz Şen’in, Konyalı Mustafa Gönül’ün, Elazığlı Nurettin Temiz’in, Turan İbrim’in, Saffet Çelik’in, feth-i kabir yapıldığında bedeninin bozulmadığı anlaşılan Nevzat Karademir’in, Osman Kavcar’ın şehadetlerini anlatan sayfalar, kaç gün hiç aklımdan çıkmadı.

Osman Kavcar’ın şehadeti sonrası toprağa verilmesini takiben üçüncü gün annesine uyanık iken görünerek, sanki hayatta imişçesine, düzenli olarak ziyaret edip teselli vermesine ilişkin satırları boğazıma takılan bir yumrunun eşliğinde tekrar tekrar okudum.[2]

Cezaevleri’ni “Yusufiye” Yapan Ruhun Sırrı
Daha önceki bir yazımda, “Ülkücü Bilincin Şekillenmesinde Şehâdet”in önemine işaret etmiştim.
Mehmet Karanfil’in kitabından hayatlarının son gecesine hazırlanmalarını ve o son geceyi anlatan sayfalarını gönlüm dolarak okuduğum Halil Esendağ’a, Cezaevi’nden tahliye edildikten sonra nikâh davetiyesi gönderen Karanfil’e, cezaevinden 11 Ağustos 1982 tarihinde imzalanıp düğün hediyesi olarak gönderilen kitabın Kuşeyri Risalesi[3] olması beni ne kadar düşündürdü.

Tasavvufun temel eserlerinden birisi olan Kuşeyri Risalesi isimli tarihî kitabın, idama mahkûm bir ülkücünün ölüme hazırlığı için ne kadar işe yarayacağını, bu kitabı okumayanların anlaması mümkün değildir.

“Ölmeden önce ölünüz” hadisinin şerhi olarak kabul edilebilecek bu kitabı, hayatın sadece dünya üzerinde nefes alınıp verilmekle geçecek bir süre olmadığının bilincine ermelerinde ve kitapta çok güzel ifade edilmiş olan ölüme “hoş geldi, sefa geldi” deyip celladı ile helâlleşmeyi unutmayacak kadar soğukkanlılıkla idam sehpasına yürümelerinde Selçuk Duracık ve Halil Esendağ için ne hoş bir azık olduğunu bugün yaşayan ülkücülerden kaç tanesi anlayacaktır acaba?.. Bunun dahi, Rabb-i Rahîm’imin kendilerine bir ikrâmı olduğuna şehadet ederim.

5 Haziran 1983 gününün seher vaktinde, tan yeri ağarmadan kurulan darağacında Hakk’a yürüyen bu iki ülkü şehidi, Selçuk Duracık ve Halil Esendağ için, duam şudur: Rabbim makamlarını âli eyleye…

“Sözüm size, bize, hepimize”
Geçtiğimiz günlerde okuduğum Ahmet Zaimoğlu imzalı ve “Öyle Bir Geçer Zaman ki, Rezaleti” başlıklı bir yazıda [4], dizi sektörünün ülkücüleri eli kanlı birer eşkıya, insan değil birer odun olarak tasvir ettiğinden şikâyet ediliyordu. Yazar, ülkücülerin bu imaj savaşında mutlaka yer alarak, ülkücü hareketin gerçeğini dile getiren eserler kaleme almalarını, filmler-diziler çekmelerini öneriyordu.
“Başka türlü Türk Milleti’ne ve Ülkücülere yapılan saldırılara karşı koymak mümkün olmaz” tesbiti ile biten yazıyı okuyup bu konuda neler yapılabilir diye sancılanan var ise, işte önlerinde işlenerek, senaryolaştırılıp film yapılmağa hazır bir eser: Gül Hüznü.

Bu eseri bize ulaştırarak, tarihî bir görevi yerine getiren Mehmet Karanfil’in, tarihe -ve şehadet şerbetini içen ülküdaşlarımıza- karşı gönül borcunu samimiyetle hissederek yazdığı her satırından anlaşılan ve bir havasına girildi mi bitirilmeden elden kolay kolay bırakılması mümkün olamayacak bu eserin, ülkücü gençliğin başucu kitaplarından birisi olmasını dilerim.

Dikkatle okunmalı ve “ülkücülerin sokakta olması”nın anlamı ve sonuçlarının; o sokaklarda ölümcül yaralar alan, cezaevlerindeki sınavları da başarıyla geçen en yiğit ülkücülerinden birisinin kaleminden anlatıldığı bu eserin, hemen her sayfasında barındırdığı ibret dersleri iyi alınmalıdır.

“Sözüm size, bize, hepimize”
_________________________________________
(*) Dr. Hayati BİCE, ÜLKÜ~YAZ Genel Başkanı.

İletişim: http://hayatibice.net

[1] Mehmet Karanfil, Gül Hüznü, İzmir, Kasım-2012, s. 198.
İsteme Adresi: Hasret Kitabevi, Hamamönü Sk. No.6/A Tel. (0312) 3117062 ANKARA

[2] İslam tasavvufunda bazı müstesna ruhların ölümlerinden sonra bedenlenerek göründüklerine dair çok sayıda kayıt vardır. Tasavvufî terminolojide “temessül” denilen bu hâlin bazı ülkücü şehidlere verildiğini kanıtlayan bu satırlar, ülkücü şehidlerimizi “pisi pisine öldüler” gibi hoyratça bir söylemle, dilleri ile tâciz eden bazı çok bilmiş “müslüman mücahit”lerin ağzını ebediyete kadar kapatacak önemdedir. Bu vesile ile Allah rızası için mücadele ettiklerine kara toprağa düşen bütün şehidlerimize Rabbimin vâsi rahmetini diler, mahşer gününde geride gözü yaşlı bıraktıkları için şefaatçi olmalarını niyâz ederim.

[3] Nişâburlu Abdülkerim Kuşeyrî’nin 11. yüzyılda yazılmış bu eseri tasavvufî terimlerin şerhi için hazırlanmış ansiklopedik bir eser olmakla beraber konular anlatılırken nakledilen evliya menkıbeleri ile, İslam’ın özü olan tasavvuf anlayışını kavramak isteyenler için bir hazine değerindedir.  Abdülkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi, Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları.

[4] Ahmet Zaimoğlu; “Öyle Bir Geçer Zaman ki, Rezaleti” , 21 Kasım 2012.http://haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi66366-Oyle_Bir_Gecer_Zaman_ki_Rezaleti.html