Dr. Hayati BİCE: “Devlet Adamı” Olabilmek ya da Ülkenin Kaderi Kimlerin Elinde?

Bu yazı ilk kez 2006 yılında Türkdirlik.com sitesinde yayınlanmıştı. Aradan geçen 10 yıldan sonra hala aynı sorunun geçerli olduğunu görüp üzülerek tekrar yayınlıyoruz. ÜLKÜ-YAZ
2. BASKI: 18 Aralık 2016
============================================

“Devlet Adamı” Olabilmek ya da Ülkenin Kaderi Kimlerin Elinde?

-Devlet Bahçeli’nin Tarihi Sözlerine Tanıklığımız-

Dr. Hayati BİCE
12 Nisan 2006

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli’nin 8 Mart 2006 günü MHP Genel Merkezi’nde düzenlediği olduğu Basın Toplantısı’na ilginç bir rastlantı sonucu tanıklık ettik. MHP Genel Başkanı’nın basın toplantısını izleyen onlarca TV ve gazete muhabirine rağmen tarihe geçecek önemdeki bu basın toplantısına ilişkin haberler ne TV ekranlarından ne de gazete sayfalarından muhataplarına ulaştırıldı. Zaman zaman MHP Genel Başkanı Bahçeli’ninin de yakındığı bir “suskunluk sansürü” uygulamasına; medyada odaklanan güç merkezlerinin “yoksay (ignore) emri“ne tanık olmuştuk aynı zamanda. 

Yapılacak ilk seçimlerde ülke kaderi üzerinde etkili olacak bir sonuç alacağı kesin olan MHP’nin bu yükselişine sekte vurmak isteyenlerin BBP üzerinden yapmayı planladığı maniplasyonlara da Dr. Devlet Bahçeli başta BBP’deki ülkücüler olmak üzere Ocak terbiyesi almış tüm ülküdaşlarımız başta olmak üzere “ülkenin kaderinden endişe duyan tüm vatanseverler”e şu çağrısı ile en başından tavrını koyuyordu:

“Türkiye’nin milli birliğinin ve kardeşliğinin teminatı ve milli vicdanın sesi olan Milliyetçi Hareketin iktidar yürüyüşünde son dönemece girilmiştir.

Bu vesileyle, Türk milletinin temiz ve vatansever insanlarını, Milliyetçi Hareketin çatısı altında, Türkiye’yi bu bataklıktan çıkarma mücadelesine katılmaya bir kere daha davet etmek istiyorum.

Milliyetçi Hareketin şerefli geçmişinde çok değerli hizmetleri ve katkıları bulunan, ancak siyasi rüzgarların ve gelişen diğer bazı şartların sonucu şimdi ayrı düştüğümüz bütün dava ve ülkü arkadaşlarımı da yuvaya dönmeye çağırıyorum.

Bu vatan hepimizin son yurdudur. Türkiye’nin önünü ve ufkunu açmak ve onurlu geleceğini hazırlamak hepimizin ortak görevidir. Hiçbir düşünce ve mülahaza, Türkiye’ye olan bu namus borcumuzdan daha önemli değildir. 

Bu borcu yerine getireceğimiz gün gelmiştir. Bir araya gelmek için gün, bugündür.”

Bu basın toplantısının hemen ardından 12 Mart 2006 günü MHP İl Kongresi için Konya’ya giden MHP lideri Bahçeli’nin nin burada yaptığı ve basın toplantısı metnindeki davet ile doğrudan ilişkili konuşmadan cımbızla çekerek “MHP lideri emekli generalleri MHP’ye davet etti” manşetinin çıkartılması da basının MHP ile ilgili haberlerdeki kasıtlı tutumunun bir örneği olarak bir kenara not edilmelidir.

Geçtiğimiz günlerde bir üniversite ile haftalık bir derginin öncülüğünde yapılan “Türkiye’de Yükselen Milliyetçilik” araştırmasının basın-yayında inanılmaz ölçüde yer alması ; ancak bu araştırmadaki onlarca sonuçtan en tartışılırı olan “En milliyetçi Lider R.T. Erdoğan’dır(!)” paragrafının öne çıkartılması Türk milliyetçiliği’nin tarihi ve güncel temsil merkezi olan MHP üzerinde sergilenen oyunun bir başka unsuru gibi görünmektedir.

MHP’deki tarihi basın toplantısının düzenlendiği günden bu yazının yazıldığı güne kadar geçen 35 günlük kısa sürede, ülkede yaşananlar Dr. Devlet Bahçeli’nin dikkat çektiği tehlikeli senaryonun perde perde sahnelendiğini gösterdi. Nevruz gösterilerinde Diyarbakır meydanına yığılan kalabalıkların önünde “İmralı Canisi” A. Öcalan’ın derhal serbest bırakılması talepleri; bu iğrenç talep ve görüntülerin kimin sermayesi ile kurulduğunu bilmesi gerekenlerin bildiği HABERTURK-TV adlı kanaldan saatlerce canlı olarak naklen yayınlanması; Türkiye’nin AB üyeliği için Kürt Konfederasyonu bayrağını tanımasını ima eden afiş ve pankartlar; dağlarda itlaf edilen çapulcuların cenazeleri bahane edilerek başta Diyarbakır olmak üzere tüm Güneydoğu’da sergilenmeye çalışılan “toplu isyan” girişimi; bu girişimde polisin önüne sürülen çocuk ve kadınlar bu “kanlı senaryo”nun birer parçası olarak zihinlere kazındı. 

Hele de son hafta içerisinde tüm Türk milletinin gönlünü kanatan başta şehid Yarbay Alim Yılmaz olmak üzere kahpe tuzaklarda vatan yolunda can feda eden şehid Mehmetçikler için düzenlenen törenlerde halkın başta T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere hükümete yönelen sert tepkisi toplum hafızasında yer etti. 

Yaşanan bu olaylar zincirinin Türkiye’nin yakın geleceğini doğrudan etkileyeceğini görmek için kahin olmağa gerek yok. Ancak önemli olan bu oyun sahnelenmeden bunların tümüne işaret eden Dr. Devlet Bahçeli’nin devlet adamlığı niteliği ile olacakları olmadan haber vermesidir. Anlaşılan odur ki önümüzdeki günlerde de Dr. Devlet Bahçeli’nin bu basın toplantısında işaret ettiği konular hep gündemde kalacak.
Bu nedenle Bahçeli’nin tanıklık ettiğimiz “devlet adamı sözleri”ni Türk Dirlik izleyicilerinin duyarlılığına emanet etmek üzere bu yazı kaleme alınmıştır.

Dr. Hayati Bice
====================================
8 Mart 2006

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli tarihe geçecek önemdeki bu basın toplantısında şunları söyledi:

“Türkiye bugün siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda hızla yayılan topyekün bir kriz sarmalına hapsedilmiştir. Toplumsal yapımızı derinden etkileyen ve çok ağır maddi ve manevi yaralar açan bunalım giderek derinleşmektedir. Hergün yeni bir şokla sarsılan Türkiye, süratle bir kargaşa ortamına sürüklenmektedir.

Bu noktaya gelinmesinin birinci derecede sorumlusu, Türkiye’nin başına hergün yeni bir dert açan, hergün yeni bir sorun ve kriz üreten ve tezgahladığı çirkin oyunlarda her seferinde suçüstü yakalanan AKP hükümetidir.

Bugün Türkiye’de yaşanan derin krizin adı ve adresi, Adalet ve Kalkınma Partisi’dir. Bunalımların temelinde bu sakat zihniyet yatmaktadır.

Bu bakımdan, yaşanan kaos ve kriz ortamının baş mimarı olan Başbakan Erdoğan’ın başka adreslerde kriz mühendisleri aramaya çalışması beyhudedir. Bunun için aynaya bakması yeterlidir.

Siyasi, ahlaki ve vicdani hiçbir ölçü ve sınır tanımayan bu inançsız kadrolar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenliğini, milli birliğini ve bekasını çok ciddi ve ağır tehlikelerle karşı karşıya bırakmıştır.

Yarattığı tahribat milli bir afet boyutlarına ulaşan AKP, bu hüviyetiyle Türkiye’nin geleceğini tehdit eden en büyük risk faktörü haline gelmiştir.

Şemdinli olaylarıyla ilgili son gelişmeler, AKP yönetiminin Türkiye’yi sürüklediği karanlığın ve çürüme süresinin ulaştığı vahim boyutları bir kere daha gözler önüne sermiştir.

Geçtiğimiz yıl Kasım ayında Şemdinli’de silahlı terör odaklarının kışkırtmalarıyla başlayan olaylar sonrası yaşanan gelişmeler, bugün karşımıza ibret verici bir tablo çıkarmıştır.

Bu tablonun doğru anlaşılabilmesi için, ilk önce resmin bütününün çok iyi görülmesi ve Türkiye’nin milli birliğini ve bütünlüğünü hedef alan siyasi suikastın hain amaçlarının ve bunun planlayıcılarının, taşeronlarının ve tetikçilerinin doğru teşhis edilmesi gereklidir.

Bu konuda yaşanan sürece gerçekçi ve objektif bir açıdan bakıldığında, herkesin şu temel noktalar üzerinde çok iyi düşünmesinin ahlaki ve vicdani bir zorunluluk olduğu görülecektir.

Bu süreci tetikleyen tahrikler için PKK terör örgütünün kanlı tarihinde sahneye çıktığı yer olan Şemdinli’nin seçilmesi bir tesadüf olmamıştır. Şemdinli’yi pilot bölge olarak seçen hainler, sistemli bir şekilde tırmandırdıkları silahlı eylemlerle ağır bir terör ortamı yaratmışlardır.Teröre karşı meşru bir mücadele veren devletin güvenlik kuvvetlerini bir işgal gücü olarak gören hainler, alçakça tezgahladıkları kirli oyunun son perdesini patlayan bir bomba ile açmışlardır.Bundan hemen sonra, bölge halkı sokağa dökülmüş ve bir direniş cephesi oluşturma provası yapılmıştır. Bu süreçte PKK’nın sivil maskeli militan kadroları, ülke sathında yoğun bir sokak terörü estirmiştir.Bu tahrikler ve silahlı saldırılarla eş zamanlı olarak, Türkiye Cumhuriyeti devletini ve meşru güçlerini hedef alan eşi görülmemiş bir karalama, suçlama ve peşinen mahkûm etme kampanyası başlatıldığı hatırlanacaktır.“Derin devlet” hezeyanlarıyla güvenlik kuvvetlerine karşı bu siyasi linç seferberliğini başlatan derin ihanet cephesinin içinde kimlerin yer aldığı ve sahte demokrasi ve insan hakları havariliği yaparak bu hain oyuna kimlerin alet ve ortak olduğu her yönüyle bilinmektedir.

Şemdinli sendromu yaşanan bu dönemde, basın ve yayın organlarının, sivil toplum örgütlerinin ve bazı siyasi partilere mensup milletvekillerinin bu konuda sergiledikleri tavır ve söyledikleri arşivlere girmiştir.

Bu süreçte Başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti, terörle mücadelenin siyasi sorumluluğunu taşıdıklarını unutmuş ve bu ihanet cephesine istismar malzemesi sağlamak için seferber olmuştur. Olaylardan sonra ucuz kahramanlık gösterileri yapan Başbakan, devleti peşinen suçlama kampanyalarını haklı gösterecek beyanlarda bulunmuştur. Türk devletini ve kurumlarını sürekli karalamak için vesile arayan ve etnik bölücülüğün siyasi hamisi rolüne soyunan Avrupa Birliği komiserleri de bu koro içinde yerlerini almıştır.

Bugün geldiğimiz nokta hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapılırken, Şemdinli olaylarından hemen sonra başlatılan bu kampanyalar bir kere daha hatırlanmalıdır.

Ayrıca, Şemdinli olaylarından sonra bölgeye akın eden hükümet yetkililerinin, siyasi parti temsilcilerinin ve diğer sivil toplum örgütlerinin, birkaç gün önce dört emniyet görevlimizin alçakça şehit edildiği terör saldırıları karşısında niye sessiz kaldıkları ve aynı şekilde Batman’a niye gitmedikleri sorusunun cevabını herkes vicdanında aramalıdır.

Şemdinli olayları hakkında doğru ve gerçek bilgileri toplamak amacıyla kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu çalışmalarının izlediği seyir ve yapılan tartışmalar, bu kapsamda üzerinde dikkatle durulması gereken diğer bir önemli husustur. Komisyon çalışmaları AKP’li üyelerin çabalarıyla baştan itibaren amacından saptırılmış ve yönlendirilmiştir.

Komisyon’a bilgi almak, için çağrılan bölge Belediye Başkanları, olaylardan devleti sorumlu tutmuşlar ve alenen PKK propagandası yapmışlardır.

Belediye Başkanlarının Komisyon’da PKK’nın terör örgütü olmadığını savundukları ve İmralı canisini de içine alacak bir siyasi af talep ettikleri basına da yansımıştır.

Her vesileyle hukukun üstünlüğü ve kanunlara saygı edebiyatı yapan AKP hükümeti, bu tahrikler karşısında yine sessiz kalmış ve İçişleri Bakanı kanunların verdiği idari yetkilerini kullanmaktan yine kaçınmıştır. Komisyon çalışmalarında yaşananlar ve Kara Kuvvetleri Komutanı etrafında yapılan tartışmalar, bugün karşımıza çıkan sonucun habercisi olmuştur. Komisyon’un raporunun içeriği ve kapsamı hakkında başlatılan tartışmaların, arkadan gelecek olan Savcılık iddianamesiyle ilgili olduğu şimdi anlaşılmıştır. Bu süreç boyunca hazırlık soruşturmasının gizliliği ilkesi ayaklar altına alınmış ve soruşturmanın safahatı ve zanlıların ilk ifade tutanakları PKK yayın organlarında çarşaf çarşaf yayınlanmıştır. Nihayet, Cumhuriyet Savcılığının iddianamesinin basına sızdırılmasıyla bu oyunun son halkası da tamamlanmış ve Türkiye’nin karşısına bugünkü vahim tablo çıkarılmıştır.

Bu tabloya bakıldığında, kanlı terör örgütü PKK’nın ve bölücü ihanet odaklarının melun amaçlarına büyük ölçüde ulaştığı görülmektedir. Bölücü hainlerin bir işgal ordusu olarak gördükleri ve bölgeden çekilmesini sağlamaya çalıştıkları Türk ordusu çok ağır ithamların hedefi haline getirilmiştir. PKK’nın sözcülüğünü yapan ve teröre yardım ve yataklıktan hüküm giyen hainlerin bu konudaki suçlamaları, buna dayanak ve gerekçe olarak kullanılmıştır. AKP hükümetinin siyasi alt yapısını hazırladığı ve yönlendirdiği bu süreçte, Türk adaleti bu hain oyuna alet edilmiştir.Bu konuda Türkiye’de yapılmakta olan tartışmalarda, bu hain oyunun amacının ve nihai hedefinin gözden kaçtığı görülmektedir.

Bu olayın, Türk Silahlı Kuvvetleri hiyerarşisi içinde komuta kademesinde yapılacak görev ve nöbet değişimi sürecini etkilemek amacıyla tezgâhlandığını söylemek, tek başına resmin bütününü anlamak için yetersiz kalacaktır.

Türkiye’nin maruz kaldığı bu siyasi suikastın hedefi ve niteliği çok daha derinlerde aranmalıdır.

Burada, ilk önce Türkiye Cumhuriyeti’nin kanlı teröre karşı yirmi yılı aşkın bir süredir verdiği meşru mücadele sorgulanmakta ve bunun hesabı sorulmaktadır.Terör örgütü ve ihanet maşaları, devletle hesaplaşmak istemektedir.

AKP’nin siyasi himayesi ve yargının eliyle Türk Silahlı Kuvvetleri mahkum edilmeye çalışılmaktadır. PKK’nın Avrupa’daki yayın organlarında son günlerde çıkan haberler, devletten intikam almanın bayramını yaşadıklarını göstermektedir. İkinci amacın, güvenlik kuvvetlerimizin terörle mücadele azmini kırmak ve morallerini çökertmek olduğu bütün açıklığıyla ortadadır. Uzunca bir süredir güvenlik ve emniyet güçlerini yıpratmak ve “günah keçisi” haline getirmek için sürdürülen sistemli gayretlerin yeni bir tezahürüne şahit olunmaktadır.

Bu oyunun nihai hedefi ise, kanlı terörün değişmeyen amaçlarını siyasi vasıtalarla gerçekleştirmek ve siyasi çözüm zorlamaları için uygun bir ortam ve zemin oluşturmaktır.

AKP hükümetinin aczi ve gafleti sonucu büyük cesaret kazanan ve Türkiye’de siyasi gündemi yönlendirme imkânına kavuşan terör örgütünün, önümüzdeki dönemde bu yönde başlatacağı yeni tahrik kampanyası hep birlikte görülecektir.

Bugünkü aşamada, bu ihanet stratejisinin ilk adımları atılmış ve Türk devletinin sanık sandalyesine oturtulabilmesi için bir zemin kazanılmıştır.

Önümüzdeki dönemde Türkiye’yi çok ciddi bir terör ve siyasi bölücülük gündemi beklemektedir. Çok vahim sonuçlar doğuracak bir kriz kapıya dayanmıştır.

Türkiye, içerdeki hainlerin yanı sıra Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmeler sonucu şimdi iki cepheyle karşı karşıyadır. Türkiye’de sahnelenmekte olan oyunun tam olarak anlaşılabilmesi için Irak bağlantısı büyük önem taşımaktadır. Siyasi tükeniş krizini yaşayan AKP, şuursuz bir şekilde Türkiye’yi içerde ve dışarıda çok ağır krizlere sürükleyecek adımlar atmaktadır. Terörle mücadelede içine düşülen zaaf, bölücülüğün siyasi meşruiyet kazanması ve Irak’tan kaynaklanan güvenlik riskleri karşısında izlenen tutum bunun çarpıcı örnekleridir.

Irak’ta yaşanan gelişmeler ve hükümetin bunlar karşısındaki tutumu, Türkiye’nin güvenliğine ve bekasına karşı açık ve yakın bir tehdit ve tehlike mahiyeti kazanmıştır. Komşumuz Irak, savaşın tahribatından sonra şimdi de çok daha vahim sonuçları olacak bir mezhep çatışmasına, iç savaş ortamına sürüklenmektedir. Bu kaos dinamiklerinin, bundan sonraki bir aşamada etnik temelde topyekün bir iç savaşa zemin hazırlaması ihtimali çok yüksektir. Bu da, korkarız ki, esasen etnik ve mezhep temelinde fiilen bölünmüş olan Irak’ın hukuki ve siyasi bakımdan da parçalanması olacaktır.

Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulmasından en fazla Türkiye etkilenecektir. Böyle bir sonuç, Kuzey Irak’taki fiili Kürt devleti yapılanmasını bağımsız siyasi bir devlet olarak kalıcı hale getirecek ve Türkmen kardeşlerimizin tamamen yok olmasına yol açacaktır.

Bugün Kerkük’ü fiilen ele geçiren Kürt gruplar, Kerkük’ü sınırları içine alacaklar ve Türkmen varlığı Irak’tan silinecektir.

Irak’taki durumun Türkiye için arzettiği güvenlik tehdidi, bununla da sınırlı kalmamaktadır. Kuzey Irak’ta yuvalanan, Barzani ve Talabani’nin desteği ve ABD askeri gücünün hoşgörüsüyle rahatça hareket eden PKK terör unsurlarının son dönemde faaliyetleri hız kazanmıştır. Terör kartını Türkiye’ye karşı bir tehdit unsuru olarak kullanan Barzani, şimdi de Kuzey Irak’taki etnik yapılanma modelini Türkiye’de de uygulamak için harekete geçmiştir. Bağımsızlık yolunda çok önemli mesafeler alan ve Türkiye’ye siyasi çözüm çağrılarında bulunma cüretini gösteren peşmerge liderleri, PKK teröristlerini maaşa bağlayarak yedek bir militan gücü oluşturmuştur.

Karşımızdaki bu tablo, PKK tehdidi ile Barzani tehdidinin örtüştüğü ve birleştiği, Türkiye’nin milli birliğini hedef alan içimizdeki etnik bölücülerin de aynı karede yer aldığı bir vehamet tablosudur.

Türkiye’nin hareketsiz ve tepkisiz kalamayacağı bu tablo karşısında, gereken somut tedbirlerin derhal alınması artık bir beka meselesidir.

Türkiye, bu konuda somut ve inandırıcı bir askeri güçle desteklenen etkin bir siyasi caydırıcılık stratejisi geliştirmek ve bunu uygulamak zorundadır.

Bu kapsamda, ilk önce, peşmerge grupları çok açık ve kesin bir dille uyarılmalı ve terörü himaye ederek Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve milli birliği üzerinde hain emeller beslemelerinin karşılıksız kalmayacağı açıkça ortaya konulmalıdır. Bunlar yapılmadığı takdirde, olayların kontrolden çıkması Türkiye’yi büyük gailelerle karşı karşıya bırakacak ve istenmeyen sıcak bir çatışmanın içine çekebilecektir. Ancak, Irak’taki yangının Türkiye’ye sıçramasına bugüne kadar seyirci kalan ve peşmergelerin hamiliğine soyunan AKP hükümetinin, bu yönde adım atmasını beklemek mümkün değildir.

AKP’nin niyetleri ve gündemi ile Türkiye’nin milli çıkarları bu alanda da çatışmaktadır.

Sergilediği teslimiyetçi politikalarla Türkiye’nin Irak üzerindeki siyasi etkisini sıfırlayan AKP, bu konuda kararlı bir adım atmaya ne niyetlidir, ne de buna gücü ve cesareti vardır. AKP, Irak’ta teslim olmuştur. Bu konuda basına da yansıyan haberlerden anlaşıldığı üzere, AKP hükümeti şimdi de Kürdistan Bölgesel Hükümetini tanımaya hazırlanmaktadır. Kuzey Irak’ta Kürt siyasi yapılanmasının zemininin hazırlanmasına karşı sessiz kalarak en büyük desteği veren AKP hükümeti, şimdi de biran önce tam bağımsızlık kazanmalarını kolaylaştırmak amacıyla siyasi himaye sağlamak için uygun bir zaman ve zemin kollamaktadır. Bu son halkayla ihanet zinciri tamamlanmış olacaktır. 

Türkiye’nin milli birliğini ve bütünlüğünü yıkmak isteyen bölücü heveslerin cesaret kaynağı olan AKP, Türkiye’de terörün tırmanmasının ve bölücü akımların siyasi maskeyle sahneye çıkmasının birinci derece sorumlusudur.

Bu zihniyet Türkiye’de kin, nefret ve düşmanlık tohumlarının ekilmesine ve milli birliğimiz ve kardeşliğimizin temellerinde tahrip kalıpları yerleştirilmesine adeta çanak tutmuştur. Avrupa Birliği kriterlerine uyum bahanesiyle, bir taraftan terörle mücadelede devlet güçleri zaafa uğratılmış, öbür yandan da İmralı’nın güdümündeki bölücü akımların siyasi meşruiyet kazanmasının zemini hazırlanmıştır. Önümüzdeki dönem bu konuda Türkiye’yi çok zor günler beklemektedir. Kış mevsimi şartlarında inlerine çekilerek pusuya yatan hain teröristlerin yakında sahneye çıkmak için son hazırlıkları yaptıkları ve fırsat kolladıkları anlaşılmaktadır.

Avrupa Birliği’nin siyasi desteği ve AKP’nin koruyucu kanatları altında, siyasallaşma ve meşruiyet kazanma umutları artan ve bu yönde mesafe alan siyasi bölücülerin önümüzdeki günlerde yeni tahriklerle ortaya çıkmaları beklenmelidir.

Tarih boyunca Türk dünyasında geleneksel bahar ve bereket bayramı olarak kutlanan Nevruz’u hain emelleri için kullanan bölücüler, önümüzdeki Nevruz’da da sokağa dökülecektir.

Bu vatanı sahipsiz zannederek gözü dönmüş bir şekilde ateşle oynayan bu hainlerin tahriklerinin sürmesi halinde, fazlasıyla hak ettikleri karşılığı almaları mukadder olacaktır. Türk milletinin sabrı taşma noktasına gelmektedir.

Toplumsal çatışma dinamiklerini ateşleme riski taşıyan bu kanunsuz eylemlere geçit verilmemesi bu bakımdan hayati önem taşımaktadır. Hükümet, bunun için gereken bütün etkili tedbirleri zamanında almalı ve hiç olmazsa bu konuda kararlı bir tutum ortaya koymalıdır.

Önümüzdeki dönemde artması beklenen ve hain amaçları çok iyi bilinen bu tahrikler karşısında, Milliyetçi Hareket camiası mensupları ve ülkücü kardeşlerim her zaman olduğu gibi azami teyakkuz içinde olacaklar ve sağduyu ve soğukkanlılıklarını her şart altında koruyacaklardır.

AKP yönetimi döneminde son üç yıl boyunca yaşanan karanlık süreç, Türkiye’nin karşısına bu bataklığı çıkartmıştır. Bugün şahit olduklarımız, can çekişen AKP hükümetinin son çırpınışlarıdır.

Türkiye’ye çok büyük kötülükler yapan ve siyasi ömrünü uzatabilmek için Türkiye’nin milli birliğini ve güvenliğini ateşe atan bu hükümet çok yakında tasfiye edilecektir.

AKP’nin demokratik yollardan tasfiyesi, devletin ve rejimin geleceği açısından artık mutlak bir zarurettir.

Milletten ve adaletten sürekli kaçmaya çalışan AKP için yolun sonu görünmüştür. Türk milleti düğmeye basmıştır. AKP’nin kendisini bekleyen siyasi akıbetten kaçması bundan sonra mümkün değildir. Bugün endişeli ve tedirgin bu bekleyiş içinde olan Türk milleti, yakında seçim sandığını önlerine getirecek ve vicdanı kör, kulakları sağır ve gönlü mühürlü bu zihniyetin defterini dürecektir.

Türkiye, yaşanan bütün güçlüklere ve karşılaştığı siyasi suikast ve ihanetlere rağmen, vatanını ve milletini gönülden seven temiz ve sessiz bir çoğunluğun, milli bir direnç kalesi olarak dimdik ayakta durduğu büyük bir ülkedir. Türkiye’nin geleceğinin en büyük teminatı, işte bu milli şuur ve milli ruhtur. Bu temiz ve vatansever çoğunluğun ülkenin kaderine sahip çıkma iradesi, Milliyetçi Hareketin temiz ve ilkeli siyaset anlayışında somutlaşacak ve önümüzdeki erken seçimlerde temiz ve namuslu bir idare Türkiye’de işbaşına gelecektir.

Türkiye’nin milli birliğinin ve kardeşliğinin teminatı ve milli vicdanın sesi olan Milliyetçi Hareketin iktidar yürüyüşünde son dönemece girilmiştir.

Bu vesileyle, Türk milletinin temiz ve vatansever insanlarını, Milliyetçi Hareketin çatısı altında, Türkiye’yi bu bataklıktan çıkarma mücadelesine katılmaya bir kere daha davet etmek istiyorum.

Milliyetçi Hareketin şerefli geçmişinde çok değerli hizmetleri ve katkıları bulunan, ancak siyasi rüzgarların ve gelişen diğer bazı şartların sonucu şimdi ayrı düştüğümüz bütün dava ve ülkü arkadaşlarımı da yuvaya dönmeye çağırıyorum.

Bu vatan hepimizin son yurdudur. 

Türkiye’nin önünü ve ufkunu açmak ve onurlu geleceğini hazırlamak hepimizin ortak görevidir. Hiçbir düşünce ve mülahaza, Türkiye’ye olan bu namus borcumuzdan daha önemli değildir.

Bu borcu yerine getireceğimiz gün gelmiştir. 


Bir araya gelmek için gün, bugündür. ”

Dr. Devlet Bahçeli 

8 Mart 2006 / MHP Genel Merkezi- Ankara