Arif Nihat ASYA: FATİH ve YEDİ TAÇ

YEDİ TAÇ

Arif Nihat ASYA

Resimlerinden birinin karşısındayım:

Tahminen beşte dört nisbetinde yandan, beşte bir nisbetinde önden olan portre, -ressamınca- kemeri sa­rımtırak mermer, kaidesi ve sütunları siyah somaki bir iç çerçeveye yerleştirilmiştir. Böylece -Bellini’nin tablosunda- bize ulu hâkanımız hem şehnişinden bakıyor, hem kendisini zafer tâkında seyrettiriyor gibidir.

Kaideye oturtularak heykelleştirilmek suretiyle üç boyutlu görünmesi sağlanan resim, tabii büyüklükte ol­sa, az çok, canlı hissi de verecekti.

*

Kemerin sağında, solunda alt alta dizilmiş, üçerden altı taç -âdetâ- en lâyık oldukları başa geçmek dile­ğiyle oradadırlar ve ya sıra, ya tercih bekliyorlar. Bir taç da kaidenin kıvrak süsleri arasında saklı durmaktadır.

Onlar, hâkanımın başına “iklil”1er yağması; bu ise ayağına “iklil”lerin yüz sürmesidir, belki hepsi birden, etrafında pervane kesilen taçlara yüz vermemesinin, on­ları küçümsemesinin ifadesidir.

Dediklerimin şairane yahut yakıştırma olduğunu ile­ri sürebilir, fakat ona yakışmadığını söyliyemezsiniz.

*

Profesör Babinger, diğer resimlerde üç olarak dik­kati çeken, bu tabloda ise üçlü birime dayandığı zannını veren taçlara “temsili mânada Selçuk, Kommen, Bizans taçları” demiş; o da bir yakıştırma yapmıştır ve onun dediği de yakışmıştır.

Fakat, profesöre rağmen, bu resimdeki yedi tacın Fatih’in yedinci Osmanlı padişahı olmasına delâleti, ya­kıştırmaların gerçeğe en yakını olsa gerektir.

*

Bellini, eserine -hangi mânada olursa olsun- bazı bil­giler, semboller sıkıştırmış olabilir. Ama, daha sonra ye­tişip Kanuni’nin resmini yapsa ve fırçasını aynı sembo­lik dille konuşturmak istese, çok zor durumda kalacak­tı: Fâtih’in resmine sığdırmak için hayli küçültmek mec­buriyetini duyduğu taçlar Süleyman’da, hükümdarlık sı­rası bakımından “on”u, sahip olduğu ülkeler sayısı ba­kımından kim bilir kaçı bulacaktı… ve taçlar çoğaldıkça çoğalacak, tablonun esas konusunun yanında küçüldük­çe küçülecekti.

*

Bellini, bu küçük bilgiyi tablosuna ister kendiliğin­den, ister Fâtih’in muvafakati veya emriyle koymuş ol­sun, hatırlamak lâzım gelir ki Osmanlılarda tacın yeri hazine veya harem dairesiydi… daha doğrusu, Osmanlı­lıkta taht var, lâkin taç yoktu, hattâ ilk zamanlarda taht da yoktu.

İkinci Sultan Mehmet de dedeleri, çocukları ve ya­kın torunları gibi, eğeri taht, tolgayı taç bilmiş, o saye­de «Fâtih» olmuştur. Değerini taçlarla ölçmek gerekirse, ona üç taç da, yedi taç da az gelir.

27 Mayıs 1964